temin ile, nev-i beşeri hem mevte razı eder, hem
habl-ı İlâhîye ilmelyakîn ile rapt eder.
Dördüncü Nükte
: zîşuura, Allah kâfidir. Fânî şey-
lere lüzum yoktur. zira insana yoktan vücut şeklini
giydiren, insan suretini takan, göz, kulak gibi kıy-
mettar hasseleri ihsan eden, cisimde iki mühim
uzuv olan lisan ve cenanı derç eden, bütün cihazat,
hayat ve maneviyat ve letaifi; tecelliyat-ı esma-i İlâ-
hiyesiyle cemîl rahmetiyle, kerîm re’fetiyle, azîm
kudretiyle, lâtif hikmetiyle ihsan eden o
Hâlık, Ke-
rîm
ve
Rahmanürrahîm’
dir. Binaenaleyh, her şey-
den kat-ı nazarla, “Ancak rabbim bana kâfidir” de-
meye saik ve mefhumu her şeye lâyık ve her an ah-
kâmıyla amel etmeye muvafık lâhutî bir nükte-i mü-
himmedir.
Beşinci Nükte
: zîşuur, hâlen ve kàlen ve müte-
şekkiren
(1)
*G n
»p
Ñ r
°ù n
M
demek mecburiyetindedir.
Çünkü, ademden vücuda getirip hayat nimetiyle
mütene’im ettiği gibi, enva-ı hayvanat meydanında,
efdal olarak insan yaratan ve insanlar içinde iman
sıfâtıyla müşerref kılan ve resul-i zîşanına (
AsM
)
ümmet olmayı müyesser eden ve kendi mahlûku
olan bahtiyar vücudu iman ve kur’ân yolunda çalış-
tıran, hem mutî ve münkad olanlara cennet gibi na-
zirsiz bir mükâfat veren
Cenab-ı Hannan-ı Men-
nan
’ın kabza-i ebvab-ı rahmetine sarılmanın lüzumu
vücubunu hakkıyla gösterir kıymettar bir nüktedir.
f
iHriST
| 1096 | Lem’aLar
adem:
yokluk, hiçlik.
ahkâm:
hükümler, emirler.
amel etmek:
uygulamak, yerine
getirmek.
azîm:
büyük, yüce.
binaenaleyh:
bundan dolayı.
cemîl:
güzel.
Cenab-ı Hannan-ı mennan:
kul-
larına bol bol nimetler veren, ih-
sanlarda bulunan ve çok çok acı-
yan, merhamet eden Cenab-ı
Allah.
cenan:
canlar, gönüller.
cihazat:
cihazlar, organlar.
derç etme:
koyma, yerleştirme.
efdal:
en faziletli, en üstün.
enva-ı hayvanat:
hayvanların tür-
leri, çeşitleri.
fânî:
geçici, ölümlü, son bulan.
habl-i İlâhîye:
Allah’ın ipi.
hâlen:
hâl ile, hareket ve davra-
nışlarla.
Hâlık:
yaratıcı, her şeyi yoktan ya-
ratan Allah.
hasse:
duyu; organ.
hikmetli:
gayeli, faydalı, anlamlı
ve yerli yerinde olan.
ihsan etme:
verme, bağışta bu-
lunma.
ilmelyakîn:
ilim yoluyla kesin ola-
rak bilmek.
iman:
Allah’a ve diğer iman esas-
larına inanma, inanç.
kabza-i ebvab-ı rahmet:
rahmet
kapılarının kolu, tutacak yeri.
kàlen:
söyleyerek, sözle.
kat-ı nazar:
dikkate almamak; ba-
kışı kesmek, bakmamak.
Kerîm:
ikram ve ihsanı bol olan,
kullarına maddî ve manevî nimet-
ler veren, sonsuz cömertlik sahibi
Allah.
lâhutî:
manevî âleme ait, İlâhî
âleme ait.
lâtif:
güzel, hoş.
letaif:
manevî duygular, güzel, hoş
ve ruhla ilgili hisler.
lisan:
dil.
mecburiyet:
zorunluluk, mecbur
olma.
mefhum:
bir sözün ifade ettiği
mana.
mevt:
ölüm.
mutî:
itaat eden, söz dinleyen.
muvafık:
uygun.
münkad olmak:
boyun eğmek,
itaat etmek.
müşerref kılma:
şereflendirme.
mütene’im etmek:
nimetlendir-
mek, nimet vermek.
müteşekkiren:
şükrederek, teşek-
kür ederek.
müyesser etmek:
kolaylaştırmak;
nasip etmek.
nazirsiz:
benzersiz.
nev-i beşer:
insan türü, insanlık.
nimet:
Allah’ın verdiği hayırlı ve
faydalı şey, lütuf, ihsan
nükte:
ince manalı söz; ancak dik-
katle anlaşılabilen mana.
nükte-i mühimme:
çok önemli
bölüm, konu, parça.
rab:
besleyen, büyüten, yetiştiren
bütün varlıkları uyum içinde sevk
ve idare eden Allah.
rahmanürrahîm:
Rahman ve Ra-
hîm olan Allah; yarattığı varlıklara
dünya ve ahirette sonsuz rahmet,
şefkat, ve merhametiyle muamele
eden Allah.
rahmet:
Allah’ın kullarına şef-
kat ve merhamet etmesi, acı-
ması, esirgemesi, maddî ve
manevî nimetler vermesi.
raptetmek:
bağlamak.
re’fet:
acıma, esirgeme, ko-
ruma, şefkat ve merhamet
etme.
resul-i Zîşan:
şan sahibi Elçi;
Peygamberimiz Hz. Muham-
med (asm).
saik:
sevk eden; sebep olan.
sıfât:
özellikler, nitelikler, va-
sıflar.
suret:
şekil, biçim.
tecelliyat-ı esma-i İlâhîye:
Al-
lah’ın isimlerinin tecellileri, gö-
rünmeleri, varlıklarda manala-
rını göstermeleri.
temin:
şüphe ve korkuyu gi-
derme, güvenlik hissi verme.
ümmet:
bir peygambere ina-
nıp onun yolunda gidenlerin
tamamı.
Vekîl:
kendisine güvenen kul-
larının işlerini yoluna koyan,
kendisine dayanılan, güveni-
len Allah.
vücup:
zorunlu olma, vazge-
çilmesi mümkün olmama.
vücut:
varlık, var olma.
zîşuur:
şuur sahibi, şuurlu; an-
lama, tanıma ve kavrama gü-
cüne sahip.
zîşuur:
şuur sahibi, şuurlu; an-
lama, tanıma ve kavrama gü-
cüne sahip.
1.
Allah bana yeter. (Tevbe Suresi: 129.)