dursun, sathını olsun bari görebilseydim. Heyhat!
kasır fehmime bakılmayarak, bu risale, hissesine
isabet eden bir kardeşimizin seferber hâlinde bulun-
ması mazeretinden dolayı bana gönderilmişti. liya-
katsizliğimle beraber perişan hâlim böyle bir şahe-
seri fihristeye idhal edebilecek surette hulâsa etme-
ye kâfi gelmediğinden, mahcubiyetle emre itaat edi-
yorum.
Bu kıymettar lem’a, Altı nükte-i mühimmeye in-
kısam etmiştir.
BİrİNCİ NüKte
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
868
W
(1)
n
¿ho
óp
gÉn
Ÿr
G n
ºr
©p
æn
a Én
gÉn
ær
°Tn
ô n
a ¢n
Vr
Qn
’r
Gn
h
ayetinin bir nüktesi ve kuddüs İsm-i Azam’ının bir
cilvesi olup, hem mevcudiyet-i İlâhiyeyi kemal-i zu-
hur ile, hem vahdaniyet-i İlâhiyeyi kemal-i vuzuh ile
göstermektedir.
evet, şu muntazam kâinat ve şu azametli gayet
büyük fabrika, bütün mevcudatıyla hummalı bir fa-
aliyet içinde mütemadiyen çalışmasıyla beraber, kâ-
inatın her tarafını ter temiz tutan, kirli ve bulaşık
maddelerden, lüzumsuz olarak hiçbir tarafta hiçbir
şey bulundurmayan, şu azametli seyyarattan tut, tâ
zerrata kadar her mevcut,
Kuddüs-i Azam
’dan ge-
len emirlere müheyya ve münkad olarak gayet fa’al
ve gayet harika bir istihale makinesi hâline getiril-
mekle, şu azametli kâinat ve bütün unsurları baştan
Lem’aLar | 1099 |
f
iHriST
kasır:
kısa.
kemal-i vuzuh:
tam bir açıklık.
kemal-i zuhur:
mükemmel bir şe-
kilde görünme, meydana çıkma.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
Kuddüs:
bütün çirkinliklerden, ku-
sur ve noksanlardan uzak olan,
her şeyi kirlerden arındıran Allah.
Kuddüs-i azam:
bütün çirkinlik-
lerden, kusur ve noksanlardan
uzak, her şeyi kirlerden arındıran,
en büyük ve en yüce olan Allah.
lem’a:
parıltı.
liyakat:
lâyık olma, uygunluk.
lüzumsuz:
gereksiz.
mahcubiyet:
utangaçlık.
mazeret:
elde olmayarak mey-
dana gelmiş kabul edilebilir sebep,
özür.
mevcudat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, varlıklar.
mevcudiyet-i İlâhîye:
Allah’ın var
olması.
mevcut:
varlık, var olan.
muntazam:
düzenli, düzene gir-
miş.
müheyya:
hazır.
münkad olmak:
boyun eğmek,
itaat etmek.
mütemadiyen:
devamlı şekilde,
sürekli olarak
nükte:
ince manalı söz; ancak dik-
katle anlaşılabilen mana.
nükte-i mühimme:
çok önemli
bölüm, konu, parça.
risale:
belirli bir konuda yazılmış
küçük kitap.
satıh:
dış taraf, dış yüz.
seferber:
savaşa yollanmış veya
yollanmak üzere olan asker; yolcu
seyyarat:
gezegenler.
suret:
şekil, biçim.
şaheser:
çok üstün değere ve gü-
zelliğe sahip eser.
unsur:
madde, element, bir şeyi
meydana getiren parçalardan her
biri.
vahdaniyet-i İlâhiye:
Allah’ın bir
oluşu.
zerrat:
zerreler, atomlar, en küçük
parçalar.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cüm-
lesi.
azametli:
büyük.
cilve:
görünme, yansıma.
fa’al:
çok işleyen, çalışan, de-
vamlı harekette bulunan.
faaliyet:
çalışma, iş görme, ha-
reket.
fehim:
anlayış.
fihriste:
bir şeyin içinde nele-
rin bulunduğunu sırayla gös-
teren liste.
harika:
olağanüstü, hayret
uyandıran.
heyhat:
yazık, çok yazık, ne
yazık.
hissesine isabet eden:
payına
düşen.
hulâsa:
bir şeyin özü, temel
kısmı.
hummalı:
sürekli, sıkı, yoğun,
hararetli.
idhal etmek:
dahil etmek,
içine almak.
inkısam etmek:
kısımlara ay-
rılmak, bölünmek.
İsm-i azam:
Cenab-ı Hakkın
bin bir isminden en büyük ve
manaca diğer isimlerini kuşat-
mış olan isimleri.
istihale:
hâl değiştirme, dönü-
şüm, başkalaşım.
kâfi:
yeterli.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
1.
Yeri de döşeyip düzenledik. Biz ne güzel döşeyiciyiz. (Zariyat Suresi: 48.)