mukabil, iman ile onu tanımayı ve ubudiyetle ken-
dini ona sevdirmeyi ders veriyor.
İkinci Meselesi:
Bütün kuvvetiyle şirki reddedip
kabul etmeyen bu hikmetli intizam-ı mükemmel,
hem vahdeti, hem istiklâl ve infiradı iktiza ettiğini
izah etmekle beraber, koca kâinatı umum ahval ve
keyfiyatıyla mizan-ı adl ve nizam-ı hikmetinde tutan
bir kadîr-i Mutlak’a şirk ve küfür ile acz isnat etmek
ne kadar büyük bir hata ve tevhid ile iman etmek ne
kadar doğru, hak ve hakikatli bir mukabele olduğu-
nu bildiriyor.
Üçüncü Nokta:
sâni-i kadîr,
ism-i Hakem ve Ha-
kîm
’iyle, kâinatta en ziyade hikmetlere medar ve
mazhar kıldığı insanı bir merkez, bir medar hükmün-
de yaratmış. Ve insan dairesi içinde de, rızkı bir mer-
kez hükmüne getirmiş. İnsanda şuur ve rızıkta zevk
vasıtasıyla ism-i
Hakem’
in parlak bir surette cilvesi-
nin göründüğünü ve yüzer fenlerden her bir fennin
bir cihette ism-i
Hakem’
in cilvesini tarif ettiğini (me-
selâ fenn-i tıp, fenn-i kimya, fenn-i ziraat, fenn-i ti-
caret ve hakeza) bu fenlerin her birisinin kat’î şaha-
detleriyle, ihtiyâr ve irade, kast ve meşieti gösteren
bu hadsiz intizamat ve hikmetleri o
Sâni-i Hakîm
umum kâinata verdiği gibi, en küçük bir zîhayatta ve
en küçük bir çekirdekte dahi derç etmesiyle, zat-ı
Akdes’inin
Fail-i Muhtar
olduğunu ve her şey onun
emriyle vücut bulduğunu ve onu bilmemek ve
Lem’aLar | 1103 |
f
iHriST
istiklâl:
kendi başına olma, kim-
seye bağlı olmayış, bağımsızlık.
izah etmek:
açıklamak, anlatmak.
Kadîr-i mutlak:
her hangi bir
kayda bağlı olmayan, sonsuz ve
sınırsız kudret sahibi, her şeye
gücü yeten, Allah.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün âlemler, varlıklar.
kasıt:
bir işi bile bile yapmak.
kat’î:
kesin.
keyfiyat:
nitelikler, vaziyetler, du-
rumlar, hâller.
küfür:
Allah’ı inkâr etme, inanç-
sızlık.
mazhar:
ortaya çıkma ve gö-
rünme yeri; erişme, kavuşma.
medar:
sebep, vasıta; kaynak
medar:
sebep, vasıta; kaynak.
meselâ:
misal olarak, söz gelişi,
faraza.
meşiet:
dilemek, irade, arzu, is-
tek.
mizan-ı adl:
adalet terazisi.
mukabele:
karşılık verme, karşı-
lama.
mukabil:
karşılık olarak.
nizam-ı hikmet:
hikmetli ve dü-
zenlice.
rızık:
Allah’ın verdiği nimetler, yi-
yecek ve içecek şeyler.
Sâni-i Hakîm:
her şeyi gayeli, fay-
dalı, anlamlı, yerli yerinde ve sa-
natlı olarak yaratan Allah.
Sâni-i Kadîr:
her şeye gücü yeten
ve her şeyi sanatlı yaratan Allah.
suret:
şekil, biçim.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şirk:
Allah’a ortak koşma, Al-
lah’tan başka ilâh olduğuna
inanma.
şuur:
bir şeyi anlama, tanıma ve
kavrama gücü, bilinç.
tarif etmek:
anlatmak, tanıtmak.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, varlığını, birliğini ve ortağı
olmadığını kabul etme.
ubudiyet:
kulluk, Allah’a ibadet
etme.
umum:
bütün.
vahdet:
birlik.
vasıta:
aracı.
vücut:
varlık, var olma.
Zat-ı akdes:
her türlü kusur ve
noksandan uzak ve pak olan Zat,
Allah.
zevk:
tat, lezzet, haz.
zîhayat:
hayat sahibi, canlılar.
ziyade:
fazla, çok.
acz:
güçsüzlük, kuvvetsizlik.
ahval:
hâller.
cihet:
yön, taraf.
cilve:
yansıma, görünme.
derç etmek:
içine koymak,
yerleştirmek.
Fail-i muhtar:
kendi istek ve
iradesiyle iş gören, kendi ar-
zusuyla faaliyette bulunan Al-
lah.
fen:
ilim, bilim dalı.
fenn-i kimya:
kimya ilmi.
fenn-i tıp:
tıp ilmi.
fenn-i ticaret:
ticaret ilmi.
fenn-i ziraat:
ziraat ilmi.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakeza:
bunun gibi, benzeri.
hakikat:
gerçek.
Hakîm:
belirli gayeleri göze-
terek, faydalı, anlamlı ve yerli
yerinde iş gören, sonsuz hik-
met sahibi olan Allah.
hikmet:
İlâhî gaye; gayeli, fay-
dalı, anlamlı, yerli yerinde oluş.
hikmetli:
gayeli, faydalı, an-
lamlı ve yerli yerinde olan.
ihtiyâr:
tercih, seçme, isteme.
iktiza etmek:
gerektirmek.
iman etmek:
Allah’a inanmak.
iman:
Allah’a inanma.
infirat:
teklik, bir oluş.
intizamat:
intizamlar, düzen-
ler.
intizam-ı mükemmel:
mü-
kemmel, kusursuz düzen.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapma veya yapmama konu-
sunda karar verebilme ve bu
kararı yerine getirme gücü.
İsm-i Hakem:
haklıyı haksızı
ayıran, her şeyi hikmetle, bir
gaye için ve faydalı bir şekilde
yaratan Cenab-ı Hakkın Ha-
kem ismi.
isnat etmek:
dayandırmak.