Lem'alar - page 1112

kısım cilvelerini, bir kısım ehl-i dalâlet kimseler, zer-
rattaki tahavvülât-ı muntazama içinde hissettikleri
hayretengiz hallâkıyet-i İlâhiyenin ve kudret-i rab-
baniyenin cilve-i azamının nereden geldiğini bileme-
diklerinden ve kudret-i samedaniyetin cilvesinden
gelen umumî kuvvetin nereden idare edildiğini an-
layamadıklarından, madde ve kuvveti ezelî teveh-
hüm etmeleriyle açtıkları inkâr-ı ulûhiyet meslekle-
rindeki yollarının iç yüzünü gösteren ve hak ve ha-
kikat mesleğinin letafetli yüzünü sırr-ı kayyumiyetin
tecelli-i azamıyla izah edip, bütün güzelliğiyle mey-
dana çıkaran gayet dakik ve çok amik ve pek geniş
bir ifade ile, tabiiyyun ve maddiyyun mesleklerini ip-
tal edip, onları techil eden ve utandıran âlî bir be-
yandır.
İkinci Şua
: “İki Mesele”dir.
Birincisi: Had ve hesapsız ecram-ı semaviyenin,
nihayetsiz derecede intizam ve mizan içinde, sırr-ı
kayyumiyetle kıyam ve beka ve devamları; ve emr-i
(1)
o
¿ƒo
µn
«n
a r
øo
c
’dan gelen emirlere kemal-i inkıyatları,
ism-i kayyum’un azamî cilvesine bir ölçü olduğu gi-
bi; her bir zîhayatın cesedini teşkil eden zerrelerin,
o cesedin her azasında o azaya göre toplanmaları
ve sel gibi akan ve fırtınalar içinde çalkalanan un-
surların, dağılmayarak o cesette muntazaman dur-
maları ve o emr-i İlâhiyeye inkıyatları, sırr-ı kayyu-
miyeti ilân eden hadsiz diller olduğunu beyan eder.
f
iHriST
| 1112 | Lem’aLar
âlî:
yüce, yüksek.
amik:
derin.
aza:
organ.
azamî:
en büyük; en fazla, en çok.
beka:
varlığını devam ettirme, de-
vamlılık, sonsuzluk.
beyan:
açıklama, anlatma.
beyan etmek:
açıklamak, anlat-
mak.
ceset:
beden, vücut.
cilve:
görünme, yansıma.
cilve-i azam:
en büyük yansıma,
görünme.
dakik:
ince ve derin.
ecram-ı semaviye:
gök cisimleri,
yıldızlar, gezegenler.
ehl-i dalâlet:
doğru ve hak yoldan
sapanlar, iman ve İslâm’dan çıkmış
olanlar
emr-i İlâhîye:
Allah’ın emri.
ezelî:
varlığının başlangıcı olma-
yan.
gayet:
son derece, çok.
had:
sınır.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hak:
doğru, gerçek.
hakikat:
gerçek, doğru.
hallâkıyet-i İlâhîye:
Allah’ın ya-
ratıcılığı.
hayretengiz:
hayret veren, şaşır-
tan.
hesap:
sayı.
ifade:
anlatım, anlatım şekli, söy-
leyiş tarzı.
ilân etmek:
açıklamak, herkese
duyurmak.
inkâr-ı ulûhiyet:
Allah’ın varlığını
inkâr etmek, reddetmek, kabul et-
memek.
inkıyat:
boyun eğme, itaat etme.
ism-i Kayyum:
başlangıcı olmak-
sızın var olan ve yarattıklarını
ayakta, varlık âleminde tutan Al-
lah’ın Kayyum ismi.
izah etmek:
açıklamak, anlatmak.
kemal-i inkıyat:
tam bir itaat ve
boyun eğme.
kıyam:
ayakta durma.
kudret-i rabbaniye:
besleyen,
büyüten, yetiştiren varlıkları uyum
içinde sevk ve idare eden Allah’ın
sonsuz güç ve kuvveti.
kudret-i samedâniyet:
hiçbir
şeye ihtiyacı bulunmayan, bütün
yaratıkların tüm ihtiyaçlarını veren
Allah’ın sonsuz güç ve kuvveti.
letafet:
güzellik, hoşluk.
maddiyyun:
maddenin hep var ol-
duğunu, sonradan yaratılmadığını,
bundan sonra da yok olmayaca-
ğını söyleyen maddeciler, manevi-
yata inanmayan dinsiz felsefeci-
ler.
mesele:
önemli konu.
meslek:
takip edilen manevî
yol.
mizan:
ölçü, denge.
muntazaman:
düzenli olarak.
nihayetsiz:
sonsuz.
sırr-ı kayyumiyet:
Kayyum
olan Allah’ın bütün varlıkları
ayakta, varlık âleminde tut-
masındaki sır, hakikat.
şua:
bir ışık kaynağından uza-
nan ışık demeti.
tabiiyyun:
tabiatçılar, Allah’a
inanmayıp doğayı, canlı cansız
varlıkları yaratıcı bir güç olarak
kabul edenler.
tahavvülât-ı muntazama:
düzenli hâl değişiklikleri.
tecelli-i azam:
en büyük gö-
rünme, belirme.
techil etmek:
cahillikle, bilgi-
sizlikle suçlama.
teşkil etmek:
meydana getir-
mek, oluşturmak; şekillendir-
mek.
tevehhüm etmek:
zannet-
mek, gerçekte olmayanı var
kabul etmek.
umumî:
genel, herkesle alâ-
kalı, herkese ait.
unsur:
madde, element.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zerre:
en küçük parça, atom,
molekül.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
1.
“Ol” der; oluverir. (Yâsin Suresi: 82.)
1...,1102,1103,1104,1105,1106,1107,1108,1109,1110,1111 1113,1114,1115,1116,1117,1118,1119,1120,1121,1122,...1406
Powered by FlippingBook