İkinci Fıkrada
, fezanın bulut, şimşek, yıldırım,
rüzgâr, yağmurlarla faaliyet ve icraat-ı hayretefzası,
yine mezkûr-i biküll-i lisan olan
Vacibü’l-Vücud, Va-
hid-i Ehad’
e dâll bulunduğunu…
Üçüncü Fıkrada
, unsurlar sair müştemilâtıyla ve
küre-i arz umum mahlûkatıyla ve teferruatıyla…
Dördüncü Fıkrada
, edille-i sabıka gibi, denizler,
nehirler, pınarlar, maruf-i biküll-i ihsan olan Vaci-
bü’l-Vücud, Vahid-i ehad’e delâlet ettiğini…
Beşinci Fıkrada
, geçen şahadet gibi, dağlar, zel-
zele tesiratından zeminin muhafaza ve sükûnetine
ve içindeki inkılâbat fırtınalarından selâmetine ve
denizlerin istilâsından halâsına, hem havanın muzır
gazlardan tasfiyesine ve suların iddiharına ve zîha-
yatlara lâzım maddelerin hazinedarlığına ettiği hiz-
metler ve hikmetler ile
Vacibü’l-Vücud’
un vücuduna
ve vahdetine şahadet ettiğini…
Altıncı Fıkrada
, geçen deliller gibi, zemindeki
ağaçların ve nebatatın, yapraklar, çiçekler ve mey-
velerin cezbedarâne hareket-i zikriyeleri ve kemal-i
sühuletle giydirilen cihazat ve ziynetleri bilbedahe
vücub-i vücut ve vahdet-i
Bâri’
e delâlet ettiğini…
Yedinci Fıkrada
, keza zîruhun ve hususan nev-i
beşerin cisimlerinde mevcut ve muntazam saatler
ve makineler gibi işleyen ve işlettirilen dahilî ve
Lem’aLar | 1119 |
f
iHriST
lenmiş.
muzır:
zararlı, zarar veren.
müştemilât:
bir şeyin içinde bu-
lundurduğu, içine aldığı şeyler.
nebatat:
bitkiler.
nev-i beşer:
insan türü, insanlık.
sair:
diğer, öteki.
selâmet:
kurtulma, kurtuluş.
sükûnet:
sakinlik, durgunluk, ha-
reketsizlik.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
tasfiye:
safîleştirme, temizleme,
arıtma.
teferruat:
ayrıntılar, detaylar; bö-
lümler.
tesirat:
etkiler.
umum:
bütün.
unsur:
madde, element; bir şeyi
oluşturan elemanlardan her biri.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zorunlu ve
gerekli olan ve yokluğu düşünü-
lemeyen; varlığı Zatî, ezelî, ebedî
olup vücut tabakalarının en sağ-
lamı, en kuvvetlisi, en esaslısı ve
en mükemmeli olan Allah.
vahdet:
birlik.
vahdet-i Bâri:
varlıkları yaratan,
onlara şekil ve biçim veren Allah’ın
birliği.
Vahid-i ehad:
bir olan ve birliği
her bir şeyde tecelli eden Allah.
vücub-i vücut:
Allah’ın varlığının
zorunlu, gerekli ve şart olması, ol-
mamasının imkânsız olması.
zelzele:
sarsıntı, deprem.
zemin:
yer, yeryüzü.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
zîruh:
ruh sahibi, canlı.
ziynet:
süs.
bilbedahe:
apaçık bir şekilde.
cezbedarâne:
heyecanla, coş-
kuyla, kendinden geçerek; Al-
lah sevgisi ile kendinden ge-
çerek.
cihazat:
cihazlar, maddî ma-
nevî aletler, lüzumlu edevat.
cisim:
beden, vücut.
dahilî:
içe ait,.
delâlet etmek:
delil olmak,
göstermek.
edille-i sabıka:
geçen deliller.
feza:
gökyüzü.
fıkra:
kısım, bölüm; paragraf.
halâs:
kurtulma, kurtuluş.
hareket-i zikriye:
zikir hare-
keti.
hazinedar:
hazine bekçisi, de-
ğerli şeyleri korumakla görevli
olan.
hikmet:
gayeli, faydalı, an-
lamlı, yerli yerinde oluş.
hususan:
bilhassa, özellikle.
icraat-ı hayretefza:
hayret
uyandıran işler.
iddihar:
depolanma, birikti-
rilme.
inkılâbat:
inkılâplar, değişik-
likler.
istilâ:
kaplama, yayılma, ele
geçirme.
kemal-i sühulet:
tam bir ko-
laylık.
keza:
aynı şekilde.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
mahlûkat:
yaratıklar, yaratıl-
mışlar.
maruf-i bikülli ihsan:
bütün
iyilikleri ve güzellikleriyle bili-
nen.
mevcut:
var olan
mezkûr-i bikülli lisan:
bütün
dillerle anılan.
muhafaza:
koruma.
muntazam:
düzenli, düzen-