haricî aza ve cevarih ve bilhassa havass-ı hamse-i
zahire gibi kemal-i faaliyetle iş gören duygularıyla
vahdaniyeti ispat ettiğini…
Sekizinci Fıkrada
, kâinatın hulâsası olan insan ve
insanın zübdesi olan enbiya ve evliya ve asfiyanın
hulâsaları olan kalblerinin ve akıllarının müşahedat
ve keşfiyat ve ilhamat ve istihracatıyla, yüzler icma
ve tevatür kuvvetinde ve kat’iyetinde vücub-i vücut
ve vahdet-i İlâhiyeye şahadet ettiklerini kemal-i
vuzuh ile beyan ve tahaccür etmiş kalbleri ıslah,
hem Cenab-ı kibriyaya münacat olan şu yekta rav-
za-i hakikat, hatime-i tazarru ve niyazını şöyle bağ-
lar ki: “Yâ rabbi ve yâ rabbe’s-semavati ve’l-Ara-
dîn! Yâ Hâlıkî ve yâ Hâlık-ı külli Şey! gökleri yıldız-
larıyla, zemini müştemilâtıyla ve bütün mahlûkatı
bütün keyfiyatıyla teshir eden kudretinin ve iradeti-
nin ve hikmetinin ve hâkimiyetinin ve rahmetinin
hakkı için nefsimi bana musahhar eyle ve matlûbu-
mu bana musahhar kıl. kur’ân’a ve imana hizmet
için, insanların kalblerini risale-i nur’a musahhar
yap. Ve bana ve ihvanıma iman-ı kâmil ve hüsn-i
hatime ver. Hazret-i Mûsa Aleyhisselâma denizi ve
Hazret-i İbrahim Aleyhisselâma ateşi ve Hazret-i
davud Aleyhisselâma dağı, demiri ve Hazret-i sü-
leyman Aleyhisselâma cinni ve insi ve Hazret-i Mu-
hammed Aleyhissalâtü Vesselâma şems ve kameri
teshir ettiğin gibi, risale-i nur’a kalbleri ve akılları
musahhar kıl. Ve beni ve risale-i nur talebelerini,
f
iHriST
| 1120 | Lem’aLar
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun
aleyhisselâm:
selâm onun üze-
rine olsun.
asfiya:
Peygamberimizin yolun-
dan giden, onun gayelerini hayata
geçirmeye çalışan, kemalât ve
takva sahibi âlim Zatlar.
aza:
organ.
beyan:
açıklama, anlatma.
bilhassa:
özellikle.
Cenab-ı Kibriya:
sonsuz büyüklük
ve kudret sahibi yüce Allah.
cevarih:
el, ayak gibi vücut organ-
ları.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
evliya:
velîler, Allah dostları.
fıkra:
kısım, bölüm; paragraf.
hâkimiyet:
hükmediş, kontrol ve
emir altında bulundurma, itaat et-
tirme.
haricî:
dışa ait.
hatime-i tazarru:
Allah’a samimi-
yetle yalvarıp yakarmanın sonu,
son bölümü.
havass-ı hamse-i zahire:
görünen
beş duygu:
hikmet:
İlâhî gaye; gayeli, faydalı,
anlamlı, yerli yerinde oluş.
hulâsa:
bir şeyin özü, esası, temel
kısmı.
hüsn-i hatime:
güzel son; imanla
ölme, imanla kabre girme.
ıslah:
iyileştirme, düzeltme.
icma:
fikir ve görüş birliği.
ihvan:
kardeşler.
ilhamat:
ilhamlar, Allah’tan kalbe
ve zihne gelen manalar.
iman:
Allah’ın inanılmasını emret-
tiği hakikatler; iman esasları.
iman-ı kâmil:
mükemmel iman.
ins:
insanlar.
iradet:
irade, istek, dileme.
ispat etmek:
doğruyu delil göste-
rerek meydana koymak.
istihracat:
bir şeyin içinden başka
bir şey, başka bir mana çıkarmak
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün âlemler, varlıklar.
kamer:
ay.
kat’iyet:
kesinlik.
kemal-i faaliyet:
tam bir faaliyet,
mükemmel bir hareket ve işleyiş.
kemal-i vuzuh:
tam bir açıklık.
keşfiyat:
keşifler, Allah’ın ilha-
mıyla gizli bir şeyi bulma, bir sırrı
öğrenme.
keyfiyat:
durumlar, hâller; nitelik-
ler.
kudret:
güç, kuvvet.
mahlûkat:
yaratıklar, yaratıl-
mışlar.
matlûp:
istenen, arzu edilen.
musahhar:
emre verilmiş, ita-
atkâr.
münacat:
dua, yakarış.
müşahedat:
gözlemler, görü-
len şeyler.
müştemilât:
bir şeyin içinde
bulundurduğu, içine aldığı şey-
ler.
niyaz:
yalvarma, dua.
rahmet:
şefkat ve merhamet
etme, acıma, bağışlama,
maddî ve manevî nimetler
verme.
ravza-i hakikat:
hakikat bah-
çesi.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
şems:
güneş.
tahaccür etmek:
taşlaşmak,
taş gibi katılaşmak.
teshir etmek:
itaat ettirmek,
boyun eğdirmek.
tevatür:
yalan söylemeleri
mümkün olmayan bir toplu-
luk tarafından aktarılan haber.
vahdaniyet:
Allah’ın bir oluşu.
vahdet-i İlâhîye:
Allah’ın bir-
liği.
vücub-i vücut:
Allah’ın varlı-
ğının zorunlu, gerekli ve şart
olması, olmamasının imkânsız
olması.
Yâ Hâlık-ı Külli Şey:
ey her
şeyi yaratan Allah.
Yâ Hâlıkî:
ey beni yaratan Al-
lah’ım!
Yâ rabbe’s-Semavati ve’l-
aradî
n: ey yerlerin ve göklerin
Rabbi olan Allah.
Yâ rabbi:
ey Rabbim!
yekta:
tek, eşsiz.
zemin:
yer, yeryüzü.
zübde:
netice, sonuç, öz.