yıldızlar ordusundan tâ zerreler ordusuna kadar
gayet hassas bir mizan-ı adl içinde tutarak emr-i
(1)
o
¿ƒo
µn
«n
a r
øo
c
’den gelen emirleri kemal-i inkıyat ile
itaat ettirdiğini; ve ism-i
Adl’
in cilvesi arkasında te-
celli eden ism-i
Kuddüs’
ün, o mevcudatı
Cemîl-i
Mutlak’
ın cemal-i zatına ve nihayetsiz güzel olan es-
ma-i Hüsnasına lâyık ve münasip olacak gayet gü-
zel âyineler şekline getirdiğini gösteriyor.
İkinci Mesele
: kayyumiyetin, vahidiyet ve celâl
noktasında kâinatın tecellisi olduğu gibi, ehadiyet ve
cemal noktasında insanda dahi cilvesinin tezahüratı
olduğunu; ve bu tecelli ile
Zat-ı Zülcemal’
in, beşere,
melâikelerin fevkinde ettiği ihsanatını; ve o ihsana-
tın camiiyetini ve yüksekliğini ve genişliğini izah
eder. Ve kâinatı bir sofra-i nimet edip, insana tes-
hir etmesinin ve kâinatın, insanla mazhar olduğu
sırr-ı kayyumiyetle bir cihette kaim olduğunun hik-
meti, insanın üç mühim vazifesinden ileri geldiğini
tadat eder. Ve insanın o üç mühim vazifesinden
üçüncü vazifesiyle, üç vecihle
Zat-ı Hayy-ı Kay-
yum’
a âyinedarlık ettiğini anlatır. Ve bu âyinedarlık
ettiği vecihlerden üçüncü vecihteki âyinedarlığının
da iki yüzü olduğunu, birinci yüzüyle esma-i İlâhiye-
ye, ikinci yüzüyle de şuunat-ı İlâhiyeye âyinedarlık
ettiğini emsali namesbuk bir talâkat-i lisan ile ifade
ediyor ki, beşerin dâhîlerini dahi bu hakikatlere
meftun edip hayran eder.
Hüsrev
f
iHriST
| 1116 | Lem’aLar
âyine:
ayna.
âyinedarlık:
aynalık.
beşer:
insan, insanlık.
camiiyet:
çok şeylerle alâkalılık;
birçok manayı ve hakikati üze-
rinde toplayıcı olmak.
celâl:
büyüklük, haşmet, heybet.
cemal:
güzellik.
cemal-i Zat:
Allah’ın yüce zatına
has İlâhî güzellik.
Cemîl-i mutlak:
sınırsız ve sonsuz
güzellik sahibi olan Allah.
cihet:
yön.
cilve:
görünme, yansıma.
dâhî:
son derece zeki, anlayışlı.
ehadiyet:
Allah’ın her bir şeyde
birliğini göstermesi.
emsal:
örnekler, benzerler.
esma-i Hüsna:
Allah’ın güzel isim-
leri.
esma-i İlâhîye:
Allah’ın isimleri.
fevkinde:
üstünde, üzerinde.
gayet:
son derece, çok.
hakikat:
gerçek, doğru.
hassas:
duyarlı.
hikmet:
İlâhî gaye, sebep.
ifade etmek:
anlatmak.
ihsanat:
iyilikler, bağışlar, lütuflar.
ism-i adl:
her hak sahibine hak-
kını veren Allah’ın Adl ismi.
ism-i Kuddüs:
bütün çirkinlikler-
den, kusur ve noksanlardan uzak
olan, her şeyi kirlerden arındıran
Allah’ın Kuddüs ismi
itaat etmek:
emre uymak.
izah etmek:
açıklamak, anlatmak.
kaim olmak:
ayakta durmak.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün âlemler, varlıklar.
Kayyumiyet:
başlangıcı olmaksı-
zın var olan Allah’ın yarattıklarını
ayakta, varlık âleminde tutması.
kemal-i inkıyat:
tam bir itaat ve
boyun eğme.
Kuddüs:
bütün çirkinliklerden, ku-
sur ve noksanlardan uzak olan,
her şeyi kirlerden arındıran Allah.
mazhar olmak:
erişmek, kavuş-
mak; bir şeyin göründüğü, ortaya
çıktığı yer olmak.
meftun:
âşık, aşırı bir sevgiyle
bağlanmış, tutkun.
melâike:
melekler.
mesele:
önemli konu.
mevcudat:
yaratılmış olan
şeylerin tamamı, varlıklar.
mizan-ı adl:
adalet ölçüsü,
adalet terazisi.
mühim:
önemli.
münasip:
uygun.
nâmesbuk:
benzeri olmamış.
nihayetsiz:
sonsuz.
sırr-ı kayyumiyet:
Kayyum
olan Allah’ın bütün varlıkları
ayakta, varlık âleminde tut-
masındaki sır, hakikat.
sofra-i nimet:
nimet sofrası.
şuunat-ı İlâhîye:
Allah’ın işleri,
fiilleri.
tadat etmek:
saymak.
talâkat-i lisan:
dilin açık ol-
ması, düzgün ve güzel konu-
şabilmesi.
tecelli:
görünme, belirme.
teshir etmek:
boyun eğdir-
mek, emrine itaat ettirmek.
tezahürat:
görünmeler, ortaya
çıkmalar.
vahidiyet:
birlik.
vazife:
görev.
vecih:
yön.
Zat-ı Hayy-ı Kayyum:
başlan-
gıcı olmaksızın var olan, yarat-
tıklarını ayakta, varlık âle-
minde tutan ve gerçek hayat
sahibi olan Zat, Allah.
Zat-ı Zülcemal:
güzellik sahibi
olan zat, Allah.
zerre:
en küçük parça, atom.
1.
“Ol” der; oluverir. (Yâsin Suresi: 82.)