Lem'alar - page 1095

mahbuplarını, hem vefasız, kararsız, rüya-misal ol-
duğunu delâil-i mukni ve berahin-i kat’iye serdiyle o
kararsız mahbupları hakikî zannederek yanılanları
ikaz ile der: Mevcudatın zevalinde beis yoktur. Hem
masnuatın zevalinde mahzun olma. Hem zeval-i
mülkten müteessif olma. Hem mahbubun gaybube-
tinden mütehassir olma. Hem zahirî müşfik ve
mün’imlerin zevaline ehemmiyet verme. Hem zahi-
ren şefik ve lâtiflerin zevaline acıyıp yanma. zira
onların
Sânii
,
Fâtır
’ı,
Malik’
i,
Bâkî’
si,
Şahid-i Âlim’
i
bâkîdir. Ve onlar o
Şahit ve Nazır-ı Hakikî’
nin da-
ire-i ilmindedirler. o
Şahit ve Nazır-ı Hakikî
ise ebe-
dîdir, bâkîdir tarzında sâdır olan beliğ hitaba icazkâr
senetler ve hakikatlerle parlak bir cadde-i kübra, sa-
lâh ve felâhı fetheden ebvab-ı cinandan nevvar ve
ziyadar bir babdır.
İkinci ve Üçüncü Nükte
: Şahs-ı insan, bütün eş-
yadan alâkalarını kat' ile, mukabilinde istinatgâh
olarak
Bâkî-i Hakikî’
yi bularak, teessüf, teessürden
ve teellümden feragat ettikten sonra, kendi vücudu-
nun zevalini birrıza imza etmeye arzu ve temayül
gösterip bâkî bir zata mal ve saadet-i ebediyeye
namzet olmak, hem ister istemez er geç başa gele-
cek bir vakıadan ürkmek ve müteessir olmak fayda-
sız olduğunu ve insaniyete lâyık olmadığını ihtar;
hem zîhayatın mevt ve zevali birçok vücutları meyve
verip arkaya bırakır, sonra menziline gider, binaena-
leyh zahiren fânî iken çok cihetlerle bâkî kalacağını
Lem’aLar | 1095 |
f
iHriST
yanak.
kat:
kesme, ayırma.
lâtif:
güzel, hoş.
lâyık:
yakışan, yaraşır, yakışır.
mahbup:
sevgili, sevilen.
mahzun:
hüzünlü, üzüntülü, ke-
derli.
malik:
her şeyin gerçek sahibi
olan Allah.
masnuat:
sanatlı olarak yaratılmış
şeyler.
menzil:
yer, mekân, varılan yer.
mevcudat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, varlıklar.
mevt:
ölüm.
mukabil:
karşı, karşılık olarak, be-
del.
mün’im:
nimet veren.
müşfik:
şefkat gösteren, acıyan
esirgeyen.
müteessif:
eseflenen, üzülen, ke-
derlenen.
müteessir olmak:
üzülmek, tesir
altında kalmak, etkilenmek.
mütehassir:
hasret çeken, özle-
yen.
namzet:
aday.
Nazır-ı Hakikî:
kâinattaki her şeyi
gerçek manada gören, gözeten Al-
lah.
nevvar:
nurlu, parlayan, aydınla-
tan.
nükte:
ince manalı söz; ancak dik-
katle anlaşılabilen mana.
rüya-misal:
rüya gibi.
saadet-i ebediye:
sonsuz mutlu-
luk, cennet hayatı, ebedî saadet.
sâdır:
ortaya çıkan.
salâh:
bir şeyin en iyi hâli, rahat-
lık.
Sâni:
sanatkâr, her şeyi sanatla
yaratan Allah.
senet:
kuvvetli delil olabilecek
söz.
serd:
güzel söz ile ifade etmek.
Şâhid:
hiçbir şey kendisinden giz-
lenemeyen ve her şeyi gören Al-
lah.
Şâhid-i alîm:
her şeyi bilen, hiçbir
şey kendisinden gizlenemeyen ve
her şeyi gören Allah.
şahs-ı insan:
insanın şahsı.
şefik:
şefkatli, merhametli, acıyıp
esirgeyen
tarzında:
şeklinde, biçiminde.
teellüm:
acı duymak, üzülmek, ta-
salanmak.
teessüf:
üzülme, beğenmeme ve
razı olmadığını ifade etme.
teessür:
tesir altında kalmak, üzül-
mek.
temayül:
meyletme, yönelme.
vakıa:
olay.
vefa:
dostluk ve sevginin gerek-
tirdiği davranışlarda devamlı olma.
zahiren:
görünüşte.
zahirî:
görünürdeki, görünüşteki.
zannetmek:
sanmak.
Zat:
büyüklük ve yücelik sahibi,
Allah.
zeval:
sona erme, yok olma.
zeval-i mülk:
sahip olunan şeyle-
rin yok olması.
zîhayat:
hayat sahibi, canlılar.
ziyadar:
ışık saçan.
bab:
bölüm, kısım.
Bâkî:
yok olmayan, sürekli ve
kalıcı olan, bütün varlıklar yok
olurken yok olmayan ve bü-
tün varlıklar yok olduktan
sonra da zatıyla var olacak tek
varlık, Allah.
Bâkî-i Hakikî:
gerçek bâkî
yani sonsuza dek yok olma-
yan, sürekli ve kalıcı olan Al-
lah.
beis:
zarar, sakınca.
beliğ:
maksadı tam olarak,
noksansız ve güzel bir üslûpla
ifade eden.
berahin-i kat’iye:
kesin delil-
ler.
binaenaleyh:
bundan dolayı.
birrıza:
razı olarak, rızasıyla.
cadde-i kübra:
büyük cadde.
cihet:
yön.
daire-i ilmi:
ilim dairesi.
delâil-i mukni:
inandırıcı de-
liller.
ebedî:
varlığı devamlı, sonsuz.
ebvab-ı cinan:
cennet kapı-
ları.
ehemmiyet:
önem.
fânî:
geçici, ölümlü, son bulan.
Fâtır:
bütün varlıkları farklı fıt-
ratlarda, farklı yaratılış özellik-
leriyle, benzersiz ve harika şe-
kilde yaratan Allah.
felâh:
kurtuluş, mutluluk.
feragat:
vazgeçmek; istirahat,
rahatlık.
fethetmek:
açmak.
gaybubet:
kaybolma, yok
olma.
hitap:
konuşma, söz söyleme
icazkâr:
az sözle çok mana
ifade eden.
ihtar:
hatırlatma, uyarma, dik-
kat çekme.
ikaz etmek:
uyarmak, uyan-
dırmak, dikkat çekmek
insaniyet:
insanlık.
istinatgâh:
dayanma yeri, da-
1...,1085,1086,1087,1088,1089,1090,1091,1092,1093,1094 1096,1097,1098,1099,1100,1101,1102,1103,1104,1105,...1406
Powered by FlippingBook