başa cennetnümun güzellikleriyle, kendilerini enzar-ı
âleme arz ediyorlar. Ve şu kasr-ı âlemdeki masnuatın
cephelerinde müşahede edilen şu dilruba güzellik ve
gayet müstahsen temizlik; bütün enzarı istihsanla
kendilerine cezp ediyorlar ve sâni’lerini takdir ve
tahsinlerle methüsena ettiriyorlar. Bu
Kuddüs-i
Azam
ism-i şerifinin tecelli-i azamından küçük bir
cilvesini şaşaalı bir surette gösteren ve şu kışın bârid
ve haşin çehresi altından çıkan bahar mevsimine
bak: nasıl çiçekler açmış, huri-misal libaslar giymiş,
güzelleşmiş, ter temiz olmuş bütün ağaçlar ve zümrüt
gibi yeşillenmiş zemin yüzü, bütün hey’etleriyle,
kendilerini bütün enzara arz ediyorlar. Camit ve
şuursuz maddeler, az bir zaman içinde; istihale
görmüş, zeminden yükselmiş, nur-i hayatla
süslenmiş, sündüs-misal güzelliklerle kendilerini
sâni’lerinin nazarına takdim ediyorlar. Bu vaziyet
karşısında, değil yalnız ins ve cin, ruhanîler ve
melâikeler de hayran oluyorlar. “Maşaallah,
bârekâllah, bu ne hayret verici güzellik ve temizlik!”
deyip, sâni-i zülcelâl’lerini takdis, tahmit ve temcit
edip, râkî ve sacit oluyorlar. İşte bu fiil-i tanzif, diğer
ef’al-i İlâhiye gibi vahdaniyet ve mevcudiyet-i
İlâhiyeyi bedahet derecesinde ispat edip
göstermektedir.
İKİNCİ NüKte
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
875
(1)
m
?o
ƒ?r
©n
e m
Qn
ón
?p
H s
’p
G o
¬o
du
õn
æo
f Én
en
h o
¬o
æp
FBG n
õn
N Én
fn
ór
æp
Y s
’p
G m
Ar
»n
°T r
øp
e r
¿p
Gn
h
f
iHriST
| 1100 | Lem’aLar
arz etmek:
sunmak.
bârekâllah:
Allah ne mübarek ya-
ratmış; Allah hayırlı ve bereketli
kılsın.
bârid:
soğuk.
bedahet:
açıklık.
camit:
cansız; sert, katı.
cennetnümun:
cennet gösteren.
cephe:
yüz, ön taraf.
cezp etmek:
çekmek.
cilve:
görünme, yansıma.
çehre:
yüz, surat.
dilruba:
gönül alan.
ef’al-i İlâhîye:
Allah’ın fiilleri, iş-
leri.
enzar:
nazarlar, bakışlar.
enzar-ı âlem:
âlemin bakışları, bü-
tün yaratılmışların bakışları.
fiil-i tanzif:
temizleme işi.
gayet:
son derece, çok.
haşin:
kırıcı, sert, katı, kaba.
hey’et:
topluluk.
huri-misal:
huri gibi, cennetteki
güzel kadınlar gibi.
ins:
insanlar.
ism-i şerif:
şerefli isim.
ispat etmek:
doğruyu delil göste-
rerek meydana koymak.
istihale görmüş:
hâl değiştirmiş,
dönüşüme uğramış, başkalaşmış.
istihsan:
beğenme, güzel bulma.
kasr-ı âlem:
âlem sarayı, bir sa-
raya benzeyen kâinat.
Kuddüs-i azam:
bütün çirkinlik-
lerden, kusur ve noksanlardan
uzak, her şeyi kirlerden arındıran,
en büyük ve en yüce olan Allah.
libas:
elbise.
masnuat:
sanatlı olarak yaratılmış
şeyler.
maşaallah:
Allah korusun, ne gü-
zel (hayret ve memnunluk anla-
tır).
melâike:
melekler.
methüsena:
methedip övme.
mevcudiyet-i İlâhîye:
Allah’ın var
olması.
müstahsen:
güzel bulunan, beğe-
nilen; güzel.
müşahede etmek:
görmek, sey-
retmek, şahit olmak.
nazarına:
bakışına; huzuruna.
nur-i hayat:
hayatın nurlu yüzü.
nükte:
ince manalı söz; ancak dik-
katle anlaşılabilen mana.
râki:
rükû eden.
ruhanî:
gözle görülmeyen, cisim
olmayan, elle tutulmayan varlık-
lar.
sacit:
secde eden.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyük-
lük sahibi, her şeyi sanatlı ola-
rak yaratan Allah.
suret:
şekil, biçim.
sündüs-misal:
ipekli kumaş
gibi.
şaşaalı:
gösterişli, parlak.
şuur:
bir şeyi anlama, tanıma
ve kavrama gücü, bilinç.
tahmit:
Allah’a hamd etme,
Onu övme, Ona şükretme.
tahsin:
beğenme, iyi ve güzel
bulma.
takdim etmek:
sunmak.
takdir:
beğenme, değerli
bulma.
takdis:
Allah’ı her türlü kusur
ve noksandan uzak tutma, te-
miz ve yüce kabul etme.
tecelli-i azam:
en büyük gö-
rünme, belirme.
temcit:
Cenab-ı Hakkın bü-
yüklüğünü ilân etmek, Onu
yüceltmek.
vahdaniyet:
Allah’ın bir oluşu.
vaziyet:
durum, hâl.
zemin:
yer; yeryüzü.
zümrüt:
yeşil renkli değerli
süs taşı.
1.
Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri Bizim yanımızda olmasın. Her şeyi Biz belirli bir miktar ile
indiririz. (Hicr Suresi: 21.)