olduğunu ve sabır kuvvetini sağa ve sola dağıtmak
fayda vermediğinden, bütün kuvvetiyle hazır zama-
na dayanmak lâzım olduğunu haber veren en âlâ bir
devadır.
ON İKİNCİ DeVa
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
482
Hem, insan hastalık sebebiyle ibadet ve evradın-
dan mahrum kaldığına teessüf etmemesine; sabır
ve tevekkül ve namazını kılmak şartıyla, o hastalık-
ta, ibadet ve evradının sevabı aynen ve daha halis
bir surette verileceği hadisçe sabit olduğu ve insan
o sayede aczini ve zaafını bildiğinden, bütün cihaza-
tının lisan-ı hâl ve lisan-ı kàliyle dergâh-ı İlâhiyeye il-
tica etmesine sebep olduğundan,
(1)
r
ºo
co
D
hBÉ n
Yo
O n
’r
ƒn
d »
u
Hn
Q r
ºo
µp
HGo
D
ƒn
Ñr
©n
j Én
e r
?o
b
sırrını anlattığından,
şikâyet değil, şükretmek lâzım olduğunu gösterir.
ON üÇüNCü DeVa
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
483
Hastalıktan şikâyet edilmeyeceğini ve hastalık ba-
zılarına bir define olduğunu; ve ecel muayyen olma-
dığından, her vakit havf ve reca ortasında bulunmak
lâzım olduğunu; ve ölüm insanı gaflet içinde yakala-
mak ihtimali bulunduğundan, hastalık onun ahireti-
ni düşündürmek cihetiyle gayet güzel bir nasih oldu-
ğunu gösterir mühim bir devadır.
ON DörDüNCü DeVa
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
484
Hem, ehl-i imanın göz hastalığı perdesi altında,
yani kör olmasında pek mühim bir nur ve manevî
büyük bir göz olup, birkaç sene dünyanın hazinâne
fânî bir güzelliğini fânî bir surette seyredecek fânî
Lem’aLar | 1049 |
f
iHriST
lisan-ı hâl:
bir şeyin duruşu ve gö-
rünüşü ile bir mana ifade etmesi,
hâl dili.
lisan-ı kàl:
konuşma dili, söz ile
anlatım.
mahrum:
yoksun, uzak kalma.
mana:
anlam.
manevî:
maddî olmayan, manaya
ait.
muayyen:
belli, belirli.
mühim:
önemli.
nasih:
nasihat veren, öğüt veren.
nur:
aydınlık, ışık.
reca:
ümit.
sabır:
zorluklara dayanma, kat-
lanma gücü.
sevap:
hayırlı bir işe karşılık Al-
lah’ın verdiği mükâfat, ödül.
sır:
gizli hakikat; bir şeyin dikkat,
tecrübe, yetenek ve sezgi yardı-
mıyla kavranabilen en zor ve ince
yönü.
suret:
şekil, biçim.
şükretmek:
görülen bir iyiliğe kar-
şılık hoşnutluk, memnunluk ve
minnettarlık ifade etme, teşekkür.
teessüf etmek:
üzülmek.
tevekkül:
bir işin gerçekleşmesi
için gerekenleri yaptıktan sonra
işi Allah’a bırakmak, neticeyi on-
dan beklemek.
zaaf:
zayıflık.
acz:
güçsüzlük, kuvvetsizlik.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp sonsuza kadar
devam edecek olan ikinci ha-
yat.
âlâ:
çok iyi, çok güzel.
cihazat:
cihazlar, maddî ma-
nevî organlar.
cihet:
yön.
define:
hazine.
dergâh-ı İlâhîye:
Cenab-ı Hak-
kın dergâhı, kapısı.
deva:
ilâç, çare.
ecel:
her canlının Allah tara-
fından belirlenen ölüm za-
manı.
ehl-i iman:
iman edenler, Al-
lah’a inananlar.
evrat:
Kur’ân’ı Kerîm’den veya
başka şeylerden sık sık ve de-
vamlı okunan dualar, kısımlar,
virtler.
fânî:
geçici.
gaflet:
Allah’ı ve ahireti unut-
mak, nefsin arzularına dalmak,
dikkatsizlik, vurdumduymaz-
lık.
gayet:
son derece, çok.
hadis:
Peygamberimizin sözü.
halis:
gerçek, saf, temiz.
havf:
korku, korkma.
hazinâne:
hüzünlü, acı uyan-
dıran, keder veren.
ibadet:
Allah’a karşı kulluk va-
zifesini yerine getirme.
iltica etmek:
sığınmak.
1.
De ki: “Eğer duanız olmasa Rabbim katında ne ehemmiyetiniz var?” (Furkan Suresi: 77.)