erkeğe vicdan azabı çektirdiğini ve kadınlarda şeca-
at ve sehavet o sadakat ve emniyeti ihlâl ettiğini ve
memleketimizin Avrupa’ya kıyas edilemeyeceğini,
eğer kıyas edilse neslin zaafına ve kuvvetin sukutu-
na sebep olacağını ve şehirliler köylülere kıyas edi-
lemeyeceğini, çünkü köylüler maişet meşgalesiyle
uğraştığından, sanat ile iştigal eden şehirliler onlara
kıyas edilemeyeceğini ve daha çok hikmetlerini ga-
yet kat’î ispat eder.
Rüştü
eHL-İ İmaN aHİret HemŞİreLerİm OLaN KaDıNLar
taİFeSİ İLe Bİr mUHaVereDİr
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
460
risale-i nur’un mühim bir esası şefkat olması ve
kadınlar taifesinin şefkat kahramanları bulunmaları
cihetiyle fıtraten risale-i nur’la alâkaları bulunduğu-
nu, fakat bazı fenâ cereyanlarla o kıymetli seciyenin
suistimal edildiğini ve kadınların saadet-i uhreviyesi
gibi saadet-i dünyeviyelerinin de çare-i yegânesi da-
ire-i İslâmiyedeki terbiye-i diniye olduğunu izah
eden kıymetli bir mektuptur.
YirmiBeşinciLem‘a. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
470
“Yirmi Beş deva”yı havidir. Bu risale,
W
(1)
n
¿ƒo
©p
LGn
Q p
¬r
«n
dp
G B És
fp
Gn
h ! És
fp
G BGƒo
dÉn
b l
án
Ñ«°/
üo
e r
ºo
¡r
àn
HÉn
°Un
G B Gn
Pp
G n
øj/
òs
dn
G
gibi ayetler, ehl-i imanın musibetleri musibet olma-
dığını, belki bir ihtar-ı sübhanî ve iltifat-ı rahmanî
f
iHriST
| 1044 | Lem’aLar
ahiret:
öte dünya, ikinci hayat.
alâka:
ilgi, bağ.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
cereyan:
fikir akımı, fikir hareketi.
cihet:
yön.
çare-i yegâne:
tek çare.
daire-i İslâmiye:
İslâm dairesi, İs-
lâm dinin koyduğu kurallar, pren-
sipler.
deva:
ilâç, çare.
ehl-i iman:
iman edenler, Allah’a
inananlar.
emniyet:
güven, güvenilirlik.
esas:
temel prensip.
fena:
kötü.
fıtraten:
yaratılış olarak, yaratılış
bakımından.
gayet:
son derece, çok.
havi:
içinde bulunduran, içeren.
hemşire:
kız kardeş.
hikmet:
gizli sebep, bilinmeyen
nokta.
ihlâl etmek:
bozmak, zarar ver-
mek.
ihtar-ı Sübhanî:
her türlü kusur
ve noksanlardan uzak olan Al-
lah’ın hatırlatması, uyarması.
iltifat-ı rahmanî:
sonsuz ve sınır-
sız merhamet sahibi olan Allah’ın
iltifatı, lütfu.
ispat etmek:
doğruyu delil göste-
rerek meydana koymak.
iştigal etmek:
uğraşmak, çalış-
mak.
izah etmek:
açıklamak, anlatmak.
kat’î:
kesin.
kıyas etmek:
karşılaştırmak, bir
şeyi başka bir şeye benzeterek
karar vermek.
kıymet:
değer.
kıymetli:
değerli
lem’a:
parıltı.
maişet:
geçinme, yaşama.
meşgale:
iş, meşguliyet.
muhavere:
konuşma.
musibet:
belâ, felâket, dert, sı-
kıntı, başa gelen acı durumlar.
mühim:
önemli.
nesil:
soy, kuşak.
risale:
belirli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap.
saadet-i dünyeviye:
dünya
hayatının mutluluğu.
saadet-i uhreviye:
öldükten
sonra başlayacak olan ikinci
hayatın mutluluğu, huzuru.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
sahavet:
el açıklığı, cömertlik.
sanat:
el yatkınlığına ve alış-
kanlığına dayalı olarak yapılan
iş, meslek.
seciye:
huy, karakter, güzel
ahlâk.
suistimal edilmek:
kötüye
kullanılmak.
sukut:
düşme, düşüş.
şecaat:
cesaret.
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme, içten ve karşılıksız
merhamet etme.
taife:
topluluk, gurup.
terbiye-i diniye:
dinî terbiye,
dinin verdiği eğitim.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı
şerden ayırt etmeye yardımcı
olan ahlâkî duygu.
zaaf:
zayıflık, güçsüzlük.
1.
O sabredenler ki, başlarına bir musibet geldiğinde, “Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine Ona
döneceğiz” derler. (Bakara Suresi: 156.)