harfleri ve kalemleri ve kalıpları dökmek için birçok
fabrikalar; ve bu fabrikaların inşası için, keza fabri-
kaların vücudu lâzım gelir. Ve hakeza, bu teselsül
gittikçe gidecek. Bu namütenahi muhalâtı intaç
eden bu fikri kabul edenler, bu hakikatten yedikleri
silleden ayrılıp, bu fikirlerinden vazgeçmelidirler,
der.
üÇüNCü KeLİme
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
430
“İktezathü’t-tabiat.” Yani, “tabiat iktiza ediyor.”
Bu idlâl edici mudıll fikrin pek çok muhalâtından üç
muhalinin;
Birincisi
: Şudur ki: Şems-i ezelî’nin kalem-i kader
ve kudreti olan alîmâne, basîrâne, hakîmâne sanat-ı
icat o zat-ı zülcelâl’e verilmezse, hem kör, hem sa-
ğır, hem akılsız, hem düşüncesiz bir tabiata verilse,
o tabiat, bu masnuatı yapmak için ya her şeyde
hadsiz manevî makine ve matbaaları bulunduracak,
veyahut her şeyde kâinatı halk edip idare edecek bir
kudret ve hikmeti derç edecektir. Bu ise, her bir
mevcutta hadsiz bir kudret ve irade ve nihayetsiz bir
ilim ve hikmet taşıyacak bir tabiatı veya bir kuvveti
ve âdeta bir ilâhı, içinde kabul etmek lâzım gelir ki;
bu ise, kâinattaki muhalâtın en batılı ve hurafenin
en yalan bir şekli olduğunu; ve Hâlık-ı kâinatın sı-
fât-ı kudsiyesinin tecelliyatına “tabiat” namı veren-
ler, hayvanlardan yüz derece aşağı olduğunu göste-
rir.
İkincisi
: gayet intizamlı ve mizanlı ve hikmetli
olan şu mevcudat, nihayetsiz kadîr ve hakîm bir
Lem’aLar | 1037 |
f
iHriST
getirme gücü.
kadîr:
her şeye gücü yeten sonsuz
güç ve kudret sahibi.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin ta-
mamı, bütün varlıklar.
kalem-i kader ve kudret:
kader
ve kudret kalemi.
keza:
aynı şekilde.
kudret:
güç, kuvvet.
manevî:
maddî olmayan.
masnuat:
sanatlı olarak yaratılmış
şeyler.
mevcudat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, varlıklar.
mevcut:
varlık, vücut sahibi.
mizan:
ölçü, denge.
mudıl:
yoldan çıkaran, doğru yol-
dan saptıran.
muhal:
imkânsız, olması mümkün
olmayan.
muhalât:
muhaller, imkânsızlıklar.
nam:
isim.
namütenahi:
sonsuz, sonu olma-
yan.
nihayetsiz:
sonsuz.
sanat-ı icat:
yaratma sanatı.
sıfât-ı kudsiye:
Allah’ın kutsal sı-
fatları.
sille:
tokat.
Şems-i ezelî:
varlığının başlangıcı
bulunmayan, sonsuz nur sahibi ve
her şeyi nurlandıran Allah hak-
kında kullanılan bir tabirdir.
tabiat:
Allah’a inanmayanların ya-
ratıcı bir güç olarak kabul ettikleri
doğa.
tecelliyat:
tecelliler, belirmeler,
görünmeler, ortaya çıkmalar.
teselsül:
zincirleme bağlantı, sil-
sile.
vücut:
varlık, var olma.
Zat-ı Zülcelâl:
büyüklük, haşmet,
heybet sahibi yüce Zat, Allah.
alîmâne:
her şeyi bilircesine.
basîrâne:
görerek, görür gibi.
batıl:
gerçek olmayan, ger-
çeğe uymayan şey.
derç etmek:
yerleştirmek,
koymak.
gayet:
son derece, çok.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakeza:
bunun gibi, benzeri.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakîm:
gayeli, faydalı, anlamlı
ve yerli yerinde iş yapan, yük-
sek bilgi sahibi.
hakîmâne:
hikmetli bir şe-
kilde; belirli gayelere yönelik,
faydalı, anlamlı ve yerli ye-
rinde olarak.
Hâlık-ı Kâinat:
kâinatın yara-
tıcısı; bütün varlıkların yaratı-
cısı olan Allah.
halk etmek:
yaratmak.
hikmet:
gaye, fayda; yüksek
bilgi.
hikmetli:
gayeli ve faydalı, an-
lamlı ve yerli yerinde.
hurafe:
dine, bilime, akla uy-
mayan yanlış söz ve iş.
idlâl edici:
gerçeklerden ve
doğrulardan uzaklaştıran, sap-
tıran.
iktezathü’t-tabiat:
tabiatın ik-
tiza etmesi, meydana getir-
mesi.
iktiza etmek:
gerektirmek.
ilâh:
sonsuz ve sınırsız sıfatlara
sahip varlık, tanrı.
ilim:
biliş, bilgi.
inşa:
yapılma, vücuda geti-
rilme.
intaç etmek:
netice vermek,
sonuç vermek.
intizam:
düzen, tertip.
irade:
bir şeyi yapma veya
yapmama konusunda karar
verebilme ve bu kararı yerine