BİrİNCİSİ
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
454
kadınların fıtratı tesettürü iktiza ediyor. Çünkü,
hilkaten zaife ve nazik olduğundan, kendi hayatın-
dan ziyade çocuklarını himayeye fıtraten bir meyli
bulunduğundan, onu himaye edene karşı kendini
güzel göstermek ve nefret ettirmemeye ve ittihama
maruz kalmamak için fıtrî bir meyli bulunduğunu;
hem, kadınların ondan altısı ya ihtiyar, ya çirkin ol-
mak cihetiyle çirkinliğini herkese göstermek isteme-
diğini, hem güzellerden kendini göstermekten sıkıl-
mayanlar ancak ondan bir-iki olup, diğerleri ise pis
ve şehevanî ve sakil insanların nazarlarından istiskal
ettiğinden kendini göstermek istemediğini; ve
kur’ân-ı Hakîm’in tesettüre emri fıtrî olmakla bera-
ber, o nazik ve zaifeyi, bir refika-i ebediye olabilme-
si için, tesettürle zahirî ve bâtınî zilletten ve manevî
bir esaretten kurtarıyor diye gayet güzel bir cevapla
gaddar medeniyeti iskât ediyor.
İKİNCİ HİKmet
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
456
erkek ve kadın arasında şiddetli bir muhabbet,
yalnız bu hayat-ı dünyeviyenin ihtiyacından ileri gel-
mediğini, belki ebedî bir hayatta ciddî bir arkadaş
olmak için, o muhabbeti ahir ömre kadar devam et-
tiği ve etmesi lâzım geldiği cihetle, o kadının, ebedî
arkadaşı olan kocasının ebedî arkadaşlığından mah-
rum kalmamak için tesettürü kat’iyen ve fıtraten ik-
tiza ettiğini; ve sefih, gaddar medeniyetin “gayr-i fıt-
rî ve esarettir” demelerini iskât etmekle beraber, te-
settüre kat’î emrediyor.
f
iHriST
| 1042 | Lem’aLar
ahir ömür:
ömrün sonu.
bâtınî:
görünmeyen; içe ait.
cihet:
yön; sebep.
ebedî:
sonsuz.
esaret:
esirlik.
fıtrat:
yaratılış, huy, tabiat.
fıtraten:
yaratılış olarak, yaratılış
bakımından.
fıtrî:
yaratılıştan gelen.
gaddar:
çok zalim, acımasız.
gayet:
son derece, çok.
gayr-i fıtrî:
fıtrata uymayan, ya-
ratılış gayesine aykırı.
hayat-ı dünyeviye:
dünya hayatı.
hikmet:
İlâhî gaye, fayda, yüksek,
bilgi.
hilkaten:
yaratılıştan.
himaye:
koruma, gözetme,
yardım etme.
iktiza etmek:
gerektirmek.
iskât etmek:
susturmak.
iskât:
susturma.
istiskal etmek:
ağır bulmak,
hoşlanmamak.
ittiham:
suçlama; suçlu du-
ruma düşürme.
kat’iyen:
kesin olarak, kesin-
likle.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
mahrum:
yoksun.
manevî:
kalbe, ruha, hisse ait;
maddî olmayan.
maruz kalmak:
bir şeyin kar-
şısında ve etkisi altında kal-
mak, uğramak.
medeniyet:
uygarlık; sosyal
meselelerde, ilim, fen ve sa-
natta gelişmiş toplum.
meyil:
yönelme, eğilim, arzu.
muhabbet:
sevgi.
nazar:
bakış.
nazik:
dayanıksız; zarif.
nefret etmek:
tiksinmek, hoş-
lanmamak.
refika-i ebediye:
sonsuza ka-
dar eş ve arkadaş.
sakil:
sıkıntı veren, can sıkıcı.
sefih:
helâl olmayan zevk ve
eğlencelere aşırı düşkün, aşa-
ğılık.
şehevanî:
şehvetle, nefsanî ar-
zularla alâkalı.
tesettür:
örtünme.
zahirî:
görünen; dışa ait.
zaif:
zayıf, güçsüz.
zillet:
aşağılık, horluk, alçak-
lık.
ziyade:
fazla, çok.