idam edilmediği gibi, hiçten bir şey de icat edilmez’
diyen feylesofların bu sözleri nasıldır?” demesine
karşı pek dakik ve çok derin ve gayet yüksek ve çok
geniş ve nihayet derecede mukni ve müskit olarak
serd ettiği delâil-i akliye ile, esbaba tapan ve tabiat
bataklığında boğulanları kurtaran ve hâlen o mes-
leklerinde bulunanları utandıran gayet hakikatli ve
musîb cevaplar vardır.
Hüseyin
YirmiDördüncüLem’a. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
453
“dört Hikmet”i havidir.
W
n
Ú/
fr
óo
j n
Ú/
æp
erD
ƒo
Ÿr
G p
ABÉ°n
ùp
fn
h n
?p
JÉn
æn
Hn
h n
?p
LGn
hr
Rn
’p
r
?o
b t
»p
Ñs
ædG Én
¡t
`jn
G BÉ n
j
(1)
s
øp
¡p
Ñ«/
Hn
Ón
L r
øp
e s
øp
¡r
«n
?n
Y
(ilh.) gibi ayetlerle kur’ân-ı Hakîm tesettürü emredi-
yor. sefih ve mimsiz medeniyetin ise, kur’ân’ın bu
hükmüne karşı muhalif gittiğini ve tesettürü fıtrî
görmediğinden, “bir esarettir” deyip, dinsizcesine
bir sualine karşı, kur’ân-ı Hakîmin bu hükmü tam
yerinde olup, belki esaret olmayıp, tesettürün fıtrî
olduğunu çok tecrübe ve misallerle izah ve ispat
edip, onları iskât ve tesettüre kat’î emrediyor.
Lem’aLar | 1041 |
f
iHriST
mim’siz medeniyet:
yani deniyet,
alçaklık, “medeniyet” kelimesinin
başındaki mim harfi atılırsa “deni-
yet” olur ki, bu da “alçaklık” de-
mektir.
misal:
örnek.
muhalif:
zıt, karşı, aykırı.
mukni:
ikna eden, inandıran, ye-
terli derecede izah ve ispat eden.
musîb:
isabetli, doğru.
müskit:
susturucu.
nihayet:
son.
sefih:
helâl olmayan zevk ve eğ-
lenceye aşırı düşkün, aşağılık.
serd etmek:
sözü düzgün, güzel
ve anlaşılır bir şekilde söylemek .
sual:
soru.
tabiat:
Allah’a inanmayanların ya-
ratıcı bir güç olarak kabul ettikleri
doğa.
tecrübe:
deneyim, yaşayarak elde
edilen kazanımlar.
tesettür:
örtünme.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cüm-
lesi.
dakik:
ince ve derin.
delâil-i akliye:
akla uygun de-
liller.
esaret:
esirlik.
esbap:
sebepler.
feylesof:
filozof, felsefe ile uğ-
raşan.
fıtrî:
yaratılışa uygun.
gayet:
son derece, çok.
hakikat:
gerçek, doğru.
hâlen:
şu an, şimdi.
havi:
içinde bulunduran, içe-
ren.
hikmet:
İlâhî gaye, fayda, yük-
sek, bilgi.
hüküm:
karar, emir.
icat:
vücuda getirmek, yoktan
yaratmak.
idam edilmek:
yok edilmek,
yokluğa gönderilmek.
iskât:
susturma.
ispat etmek:
doğruyu delil
göstererek meydana koymak.
izah:
açıklama, anlatma.
kat’î:
kesin.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
lem’a:
parıltı.
meslek:
tutulan yol; takip edi-
len fikir ve düşünce sistemi.
1.
Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle, evlerinden çıktık-
larında dış örtülerini üzerlerine alsınlar. (Ahzâb Suresi: 59.)