baktığından, o elem çok ucuz düştüğünü; maddî ve
manevî çok yardımcıları bulunduğundan, şikâyet
değil, şükretmek lâzım olduğunu ispat eder.
Yİrmİ İKİNCİ DeVa
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
495
nüzul gibi ağır hastalıklar mü’min için pek müba-
rek sayıldığını ve ehl-i velâyetçe mübarekiyeti meş-
hut olduğunu ve Cenab-ı Hakka vasıl olmak için iki
esasla gidildiğini; nüzul gibi hastalıklar ise, o iki esa-
sın hassasını verdiğini; o iki esasın birisi rabıta-i
mevt, yani dünyanın fânî olduğunu bildiği gibi, ken-
dinin de fânî ve vazifedar bir misafir olduğunu gös-
terir. İkincisi: nefs-i emmarenin ve kör hissiyatın
tehlikelerinden kurtulmak için, bir kısım ehl-i iman
çilelerle nefs-i emmareyi öldürdüklerinden, hayat-ı
ebediyelerini bu suretle kazandıklarını ve nüzul gibi
hastalıklarda aynı o hassa bulunduğundan, o hastalık
onun için gayet ucuz düştüğünü ispat edip gösterir.
Yİrmİ üÇüNCü DeVa
. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
496
Hastalık, gurbette ve kimsesizlikte bulunduğu za-
man, o kimsesizliği cihetiyle, kendine en cani kalb-
lerin dahi rikkatini celp ettiğini; ve kur’ân’ın bütün
surelerinin başlarında “errahmanirrahîm” sıfâtıyla
kendini bize takdim eden Allah, bir lem’a-i şefkatiy-
le umum yavruların yardımına validelerini koşturdu-
ğunu ve her baharda bir cilve-i rahmeti ile nimetleri-
ni bize gönderdiğini ve o nimetlere nail olmak iman
ve intisapla ve onu tanımakla olduğunu; ve o gur-
bet ve kimsesizlikteki hastalık ise, Cenab-ı Hakkın
Lem’aLar | 1053 |
f
iHriST
ve faydalı şey, iyilik, lütuf, ihsan.
nüzul:
inme, felç, vücudun tama-
mının ya da bir kısmının tutulması.
rabıta-i mevt:
ölüm bağı; nefsin
hilelerinden ve tehlikelerinden
kurtulmak için kişinin kendi ölü-
münü düşünmesi, hayal etmesi.
rikkat:
acıma, yufka yüreklilik, yu-
muşak kalblilik.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in 114 bölü-
münden her biri.
suret:
şekil, biçim.
şükür:
Allah’ın verdiği nimetlere
karşı memnunluğunu ifade et-
mek, elhamdülillâh demek.
takdim eden:
tanıtan.
umum:
bütün.
valide:
anne.
vasıl olmak:
ulaşmak, kavuşmak.
vazifedar:
vazifeli, görevli.
cani:
acımasız, gaddar.
celp etmek:
çekmek.
Cenab-ı Hak:
doğru, gerçek,
Hakkın tâ kendisi olan, şeref
ve azamet sahibi yüce Allah.
cihet:
yön.
cilve-i rahmet:
acımanın, şef-
kat ve merhamet etmenin cil-
vesi, tecellisi.
çile:
eziyet, sıkıntı.
deva:
ilâç, çare.
ehl-i iman:
iman eden, Allah’a
inanan.
ehl-i velâyet:
evliyalar, Allah
dostları.
elem:
acı, üzüntü.
errahmanirrahîm:
merhamet-
lilerin en merhametlisi.
esas:
ana öge, temel prensip.
fânî:
geçici.
gayet:
son derece, çok.
gurbet:
yabancı yerde kal-
mak, yabancılık.
hassa:
bir şeye ait özellik.
hayat-ı ebediye:
öldükten
sonra başlayan sonsuz hayat.
hissiyat:
duygular, hisler.
iman:
Allah’a inanma, itikat.
intisap:
bağlanmak.
ispat etmek:
doğruyu delil
göstererek meydana koymak.
lem’a-i şefkat:
şefkat parıltısı.
maddî:
cismanî; vücutla ilgili,
bedensel.
manevî:
kalbe, ruha, hisse ait;
maddî olmayan.
meşhut:
görülen, gözlemle-
nen, müşahede edilen.
mübarek:
bereketli, hayırlı.
mübarekiyet:
mübareklik.
mü’min:
iman eden, Allah’a
inanan.
nefs-i emmare:
insanı kötü-
lüğe sevk eden nefis.
nimet:
Allah’ın verdiği hayırlı