takdim etmiştir. Bu, İlâhî bir vahiydir. Hazret-i Muham-
med’in (
AsM
) dini ise, akıl kaidelerinin ilhamlarına tama-
mıyla muvafıktır.
ehl-i İslâm’a göre İslâmiyet’in esas akaidi şu suretle
hülâsa olunabilir:
Allah birdir; Muhammed (
AsM
) onun peygamberidir.
Filhakika, İslâmiyet’in esaslarını sükûnetle ve derin bir
teemmülle tetkik ettiğimiz zaman, bunların, Allah’ın bir-
liğine ve Muhammed’in (
AsM
) risaletine, sonra haşir ve
neşre ve itikada müntehî olduklarını görürüz. Bizzat di-
nin esasları tanınan bu iki akide, bütün dindar insanlar-
ca akıl ve mantığa müstenit telâkki olunmakta ve bunlar
kur’ân’ın akidelerinin hülâsası bulunmaktadır.
kur’ân’ın ifadesindeki sadelik ve berraklık, Müslüman-
lığın intişar ve i’tilâsını bilâtevakkuf temadi ettiren saik
kuvvet olmuştur. resul-i İslâm tarafından tebliğ olunan
mukaddes talimatın cihanşümul terakkisine rağmen,
Müslümanların ilham kaynağı ve en kuvvetli ilticagâhı
kur’ân olmuştur. en takdiskâr ve kanaatbahş bir lisanla,
başka bir kitab-ı münzelin tefevvuk edemeyeceği bir ifa-
de ile takrir eden kitap, kur’ân’dır. Bu kadar mükemmel
ve esrarengiz, her insanın tetkikine bu kadar açık olan
bir din, muhakkak, insanları kendisine meclûp eden
i’cazkâr kudreti haizdir. Müslümanlığın bu kudreti haiz
olduğunda şüphe yoktur.
EdwardMonte
ó
@
ò
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi, hakka-
niyet, âdillik.
âdil:
adaletli olan, doğruluk göste-
ren.
Âdil-i Mutlak:
Mutlak adalet sahi-
bi.
ahz-ı mevki:
mevki alma, makam
elde etme.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
beraat:
serbest kalma, suçsuz bu-
lunma, aklanma.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cem:
toplama, bir araya getirme.
dair:
alakalı, ilgili.
defa:
kere, kez, yol.
derc:
sokma, arasına sıkıştırma.
dünya-i fânî:
geçici dünya, ölüm-
lü dünya hayatı.
ebrar:
hayır sahipleri, iyiler, din-
darlar, sözü özü doğru olanlar.
esma-i İlâhiye:
Allah’ın isimleri.
eşrar:
şerliler, kötüler, hayırsız
kimseler.
fevkalâde:
son derece, ziyadesiy-
le.
gadir:
zulüm, hainlik.
hakikî:
gerçek.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
huzur-i mehakim:
mahkeme hu-
zuru, duruşma anı.
hüküm:
karar vermek, öyle oldu-
ğuna inanmak.
hürmet:
saygı.
hüsran:
hayal kırıklığı.
icbar:
zorlama, zorla ve isteği dı-
şında yaptırma.
ihkak:
hakkı yerine getirme, hak
yerine getirilme, hakkı alma.
ihlâl:
bozma, zarar verme.
ihtiram:
hürmet etme, saygı gös-
terme.
ilhak:
ilâve etme, ekleme, katma.
İslâmî:
İslâm ile alâkalı, İslama ait.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
kürsi-i muallâ:
yüce kürsü, yüce
makam, saygıdeğer makam.
lâyık:
uygun, yakışır, münasip.
mağrur:
gururlu; kendini beğen-
miş, büyüklük taslayan.
mahkeme-i âdilâne:
adaletle
hükmeden mahkeme.
mazlum:
zulüm görmüş, haksızlı-
ğa uğramış.
melce:
sığınılacak yer.
mesned-i re’s:
başvurma yeri,
müracaat makamı.
mevki:
yer, makam.
muhabbet:
sevgi, sevme.
mübeccel:
tebcil edilmiş, yüceltil-
miş, aziz kılınmış, saygı gösteril-
miş, ululanmış.
müdafaa:
savunma, koruma.
münasip:
uygun.
müsadere:
toplatma, elden alma.
nam:
adına, yerine.
İşaratü’l-İ’caz | 447 |
e
cneBi
f
eYleSoflar
mukaddes:
takdis edilmiş,
kutsal, aziz, temiz.
muvafık:
yerinde, uygun,
uyar, münasip.
müntehi:
nihayet bulmuş, so-
na ermiş.
müstenit:
istinat eden, daya-
nan.
neşir:
yayım, yayın.
resul-i İslâm:
İslam Peygam-
beri, hz. Muhammed.
risalet:
elçilik, nebîlik, resul-
lük, peygamber olarak gönde-
rilme, peygamberlik.
sâik:
sebep olan, güdüleyen,
âmil.
sükûnet:
durgunluk, dinginlik,
hareketsizlik.
takdiskâr:
takdis eden, kutsal
ve kusurlardan uzak olduğu-
nu ifade eden.
takrir:
anlatma, anlatış; sözle
ifade.
talimat:
talimler, eğitimler; bir
iş hakkında hareket tarzını bil-
diren emirler.
tebliğ:
dinî bir emrin yaratıl-
mışlara duyurulması; pey-
gamberlerin Allah’ın emrini
kullara bildirmeleri ve hakka
davet etmeleri.
teemmül:
inceden inceye, et-
raflıca düşünme.
tefevvuk:
üstün olma, üstün-
lük.
telâkki:
anlama, anlayış, gö-
rüş.
temadî:
devam etme, sürüp
gitme, sürme.
terakki:
yükselme, ilerleme.
tetkik:
dikkatle araştırma, in-
celeme.