Allah’ın birliğine iman etmek hakikat-i kübrasını ilân
ediyorken, kur’ân, lisan-ı belâgatin en yükseğine ve ne-
zahetin şahikasına varır.
kur’ân, Allah’ın iradesine itaati, Allah’a isyanın neti-
celerini izah ederken, insanların muhayyilesini elektrikle-
yen en seyyal lisanı kullanır. resul-i kibriya’ya teselli ver-
mek ve onu teşvik etmek, yahut halkı sair peygamberle-
rin ahvaliyle, milletlerinin akıbetiyle korkutmak icap etti-
ği zaman, kur’ân’ın lisanı en kat’î ciddiyeti almaktadır.
Madem ki kur’ân’ın birbirine düşman kabileleri, yek-
diğeriyle mücadele eden unsurları derli toplu bir millet
hâline getirdiğini, onları eski fikirlerinden daha ileri bir
seviyeye yükselttiğini görüyoruz; o hâlde belâgat-i kur’â-
niyenin mükemmeliyetine hükmetmeliyiz. Çünkü, kur’-
ân’ın bu belâgati vahşî kabileleri medenî bir millet hâline
getirmiş, dünyanın eski tarihine yeni bir kuvvet ilâve et-
miştir. zaman ve mekân itibarıyla birbirinden çok uzak
oldukları gibi, fikrî inkişaf itibarıyla da birbirinden çok
farklı insanlara harikulâde bir hassasiyet ilham eden ve
muhalefeti hayrete ve istihsana kalbeden kur’ân, en şa-
yan-ı hayret eser tanınmaya lâyıktır. kur’ân, beşerin mu-
kadderatıyla meşgul âlimler için tetebbua şayan en fay-
dalı mevzu sayılır.
DoktorCityYoungest
®®®
ye.
seyyal:
akıcı, akan.
şahika:
dağ tepesi, dağ doruğu;
zirve, doruk.
şayan:
değer, layık, münasip.
şayan-ı hayret:
hayret edilecek,
şaşılacak, şaşırmaya değer şey,
hayret verici şey.
teselli:
avutma, acısını dindirme.
tetebbu:
etraflıca araştırma, iyice
inceleme, bir şey hakkında geniş
bilgi edinme.
unsur:
madde, esas, kök.
vahşî:
merhametsiz, duygusuz;
medenileşmemiş, barbar.
e
cneBi
f
eYleSofları
| 440 | İşaratü’l-İ’caz
ayet:
Kur’ân cümlesi.
belâgat:
sözün düzgün, kusur-
suz, yerinde ve hâlin ve ma-
kamın icabına göre söylenme-
sini öğreten ilmin adı, edebi-
yat kaideleri ile ilgili ilim.
bizatihi:
kendiliğinden, kendi-
si, kendinden.
daimî:
sürekli, devamlı.
hatip:
hitap eden, topluluğa
karşı konuşan, tutuk söyle-
yen.
i’cazkâr:
i’cazlı söz söyleyen.
irad:
getirme, söyleme.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
istinaden:
istinat ederek, da-
yanarak.
itikat:
inanç, iman.
kâfî:
yeterli.
kısır:
verimsiz , ürün verme-
yen (toprak.
lâl:
dilsiz, konuşamayan, eb-
kem.
lisan:
dil.
menşe:
esas, kaynak.
mevsuk:
vesikaya dayanan,
sağlam, inanılır, güvenilir, iti-
mat edilir.
misal:
benzer, örnek.
Muallâkat:
İslâmdan önceki
Arap şairlerinin beğenilip Kâ-
be duvarına asılmış olan meş-
hur şiirleri.
mu’cize:
benzerini yapmak-
tan insanların aciz kaldığı şey.
muhteşem:
haşmetli, yüce.
mukaddes:
takdis edilmiş,
kutsal, aziz, temiz.
mutaassıp:
bir şeyi savunma-
da aşırılık gösteren ve inat
eden; dinî meselelerde körü
körüne bir fikre bağlı olan ve
başka bir fikri kabulleneme-
yen.
münekkit:
tenkit eden, ten-