belâgat ve nezahet itibarıyla mümtaziyeti, Müslümanları
başka belâgat aramaktan vareste kılmaktadır.
edebî dehaların ve yüksek şairlerin kur’ân huzurunda
eğildikleri bir vakıadır. kur’ân’ın her gün daha fazla te-
celli etmekte olan güzellikleri, her gün daha fazla anlaşı-
lan fakat bitmeyen esrarı, şiir ve nesirde üstat olan Müs-
lümanları, üslûbunun nezahet ve ulviyeti huzurunda diz
çökmeye mecbur etmektedir.
Müslümanlar, kur’ân’ı tâ rûz-i haşre kadar payidar ka-
lacak kıymet biçilmez bir hazine addeylerler ve onunla
pek haklı olarak iftihar ederler. Müslümanlar kur’ân’ın
en fasih sözlerle en rakik manalarla çoşan bir nehre ben-
zetirler.
Şayet Monsieur renaud (Mösyö reno) İslâm âlemiyle
temas etmek fırsatını elde edecek olursa, münevver ve
terbiyeli Müslümanların kur’ân’a karşı en yüksek hürme-
ti perverde ettiklerini; ve onun evamir-i ahlâkiyesine fev-
kalâde riayetkâr olduklarını; ve bunun haricine çıkma-
maya gayret ettiklerini görürdü. Yeni nesiller ve asrî
mekteplerin mezunları da, kur’ân’a ve Müslümanlığa
karşı müstehziyâne bir cümlenin sarfına tahammül etme-
mektedirler. Çünkü, kur’ân, iki sıfatla bu ehliyeti haizdir.
BunlarınBirincisi
: Bugün ellerde tedavül eden
kur’ân’ın, Hazret-i Muhammed’e (
AsM
) vahyolunan kita-
bın aynı olmasıdır. Hâlbuki, İncil ile tevrat hakkında bir-
çok şüpheler ileri sürülmektedir.
vamlı.
perverde:
beslenmiş, terbiye edi-
lip yetiştirilmiş, eğitilmiş.
rakik:
çok ince, nazik, narin, yuf-
ka.
riayetkâr:
riayet eden, hürmet-
kâr, itaatkâr, sevgi ve saygı göste-
ren.
ruz-i haşr:
haşir günü, kıyamet
günü, dirilip toplanıp hesap görü-
lecek gün.
sarf:
kullanma.
sıfat:
vasıf, nitelik.
tahammül:
zora dayanma, sab-
retme, sabır gösterme.
tecelli:
açılıp belirme, açıkça orta-
ya çıkma, aydınlanma.
tedâvül:
elden ele dolaşma, kul-
lanılma.
terbiye:
iyi ahlâk, nezaket, görgü.
tevrat:
Hz. Mûsa’ya (
AS
) indirilmiş
olan İlâhî kitap.
ulviyet:
ulvilik, yücelik, yükseklik.
üslûp:
tarz, yol, biçim, usul, stil.
üstat:
öğretici; muallim, öğret-
men, usta, sanatkâr.
vahiy:
Cenab-ı Hakkın dilediği hü-
kümleri, sırları ve hakikatleri pey-
gamberlere bildirmesi.
vakıa:
vuku bulan, olan, geçen
şey; olmuş bir iş.
vareste:
kurtulmuş, beri, azade,
serbest.
İşaratü’l-İ’caz | 433 |
e
cneBi
f
eYleSoflar
add:
saymak, öyle kabul et-
mek.
âlem:
dünya.
asrî:
zamana uygun, çağdaş,
modern.
belâgat:
sözün düzgün, kusur-
suz, yerinde ve hâlin ve ma-
kamın icabına göre söylenme-
sini öğreten ilmin adı, edebi-
yat kaideleri ile ilgili ilim.
deha:
olağanüstü zekâ sahibi
kimse.
edebî:
edebiyatla ilgili, edebi-
yata ait.
ehliyet:
salâhiyet, yetki.
esrar:
sırlar, gizli hakikatler.
fasîh:
âşikâr, sarih, açık.
fevkalâde:
olağanüstü.
haiz:
bir şeye sahip olma, sa-
hip, mâlik.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı,
dışta kalan.
hazine:
zengin ve değerli kay-
nak.
hürmet:
saygı.
iftihar:
gurur, övünme.
kıymet:
değer.
mana:
anlam.
mektep:
okul.
mezun:
bir okuldan diploma-
lı, bir öğretim kuruluşunu bi-
tirmiş.
mümtaziyet:
seçkinlik.
münevver:
bilgili, kültürlü
kimse, aydın.
müstehziyâne:
istihza eder-
cesine, alay ederek, eğlene-
rek, alay yollu.
nesil:
kuşak, nesil.
nesir:
manzum olmayan söz
veya yazı, düz yazı.
nezahet:
nezihlik, temizlik,
paklık.
payidar:
iyice yerleşmiş, sü-
rekli, kalıcı, sabit, kaim, de-