Kur’ân’ınLisanıNezahetveBelâgatİtibarıyla
Nazirsizdir;Kur’ân,BizatihiMuhteşemBir
Mu’cizedir.
Kur’ân’ınmutaassıpmünekkidivemütercimiCorselle
(Korsel)diyorki:
kur’ân, Arabcanın en mükemmel ve pek mevsuk bir
eseridir. Müslümanların itikadı veçhile, bir insan kalemi
bu i’cazkâr eseri vücuda getiremez. kur’ân, bizatihî dai-
mî bir mu’cizedir. Hem öyle bir mu’cize ki, ölüleri dirilt-
mekten daha yüksektir. Bu mukaddes kitabın ta kendisi,
menşeinin semavî olduğunu ispata kâfidir. Muhammed
(
AsM
), bu mu’cizeye istinaden, bir peygamber olarak ta-
nınmasını istemiştir.
Arabistan’ın çıplak ve kısır çöllerini aydınlatan, şair ve
hatiplere meydan okuyan kur’ân, bir ayetine bir nazire
istemiş; hiçbir kimse bu tahaddiye karşı gelememişti. Bu-
rada yalnız bir misal irad ederek, bütün büyük adamların,
kur’ân’ın belâgatine baş eğdiklerini göstermek isterim.
Hazret-i Muhammed’in (
AsM
) zamanında Arabistan şa-
irlerinin şehriyarı, şair lebid idi. lebid, Muallâkattan bi-
rinin nâzımıdır. o zaman putperest olan lebid, kur’ân’ın
belâgati karşısında lâl kalmış, bu belâgati en güzel sözler-
le ifade etmişti. kur’ân’ın belâgati karşısında hayran ka-
lan lebid, Müslümanlığı kabul etmiş, kur’ân’ın ancak bir
peygamber lisanından duyulacağını söylemiştir.
âdet:
görenek, usul, alışkanlık.
âdeta:
sanki.
akide:
iman, inanılan ve itikat edi-
len esas, inanç.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
azamet:
büyüklük, ululuk, yüce-
lik.
bahis:
konu.
bedevî:
çölde ve iptidaî tarzda ya-
şayan, medenî olmayan.
beliğ:
belagatla, düzgün ve sanatlı
olarak meramını anlatan.
beşeriyet:
beşerîlik, insanlık.
bîtarafâne:
tarafsızca, herhangi
bir tarafı, kimseyi ve yanı tutmak-
sızın.
celâlet:
büyüklük, ululuk, heybet-
lilik.
cenab-ı Hak:
hakkın ta kendisi
olan şeref ve azamet sahibi Allah.
cin:
gözle görünmez, lâtif cisimler-
den ibaret bir yaratık.
ekser:
en çok, daha ziyade.
haiz:
bir şeye sahip olma, sahip,
mâlik.
hakikat:
gerçek, doğru.
harikulâde:
olağanüstü.
hurafe:
dinin aslına uymayan,
sonradan dinî bilgiler arasına ka-
rışmış olan uydurma, bâtıl inanış.
İlâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı Hakka
dair.
ilgâ:
lağvetme, kaldırma, bozma,
iptal etme.
imha:
ortadan kaldırma, mahvet-
me.
istihale:
bir hâlden başka bir hâle
geçiş, hâl değiştirme, tahavvül, in-
kılâp, başkalaşım, dönüşüm.
istisal:
kökünden koparma, kök-
ten koparıp çıkarma, temelinden
temizleme.
izale:
yok etme, ortadan kaldır-
ma.
kàri:
okuyucu, okuyan.
lisan:
dil.
lütuf:
güzellik, hoşluk, iyilik, ihsan.
muhteşem:
haşmetli, yüce.
mutaassıp:
bir şeyi savunmada
aşırılık gösteren ve inat eden; dinî
meselelerde körü körüne bir fikre
bağlı olan ve başka bir fikri kabul-
lenemeyen.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
muzaffer:
yenmiş, galip gelmiş.
müstesna:
kaide dışı, kural dışı.
nazil:
nüzul eden, inen.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
nüzul:
Kur’ân’ın vahiy yoluyla Hz.
Muhammed’e indirilmesi.
papaz:
Hıristiyan din adamı, rahip.
peri:
pek güzel olduğu kabul edi-
len bir cin taifesi ve bunların dişi-
lerine verilen ad.
putperest:
puta tapan, putu tanrı
edinen.
sadakatkâr:
sadakatli, vefalı, sa-
dık.
seyyal:
akışkan.
İşaratü’l-İ’caz | 441 |
e
cneBi
f
eYleSoflar
kitçi, eleştiren, eleştirici.
mütercim:
tercüme eden, bir
dilden başka bir dile çeviren,
tercüman, çevirmen.
nazım:
manzume yazan, şâir.
nazir:
benzer, eş.
nazire:
örnek, karşılık, misil,
bir şeye benzetilerek yapılan
şey.
nezahet:
incelik, rikkat.
peygamber:
Allah’ın elçisi, Al-
lah tarafından haber getirerek
İlâhî emir ve yasakları insanla-
ra tebliğ eden elçi, haberci,
nebi, resul.
putperest:
puta tapan, putu
tanrı edinen.
semavî:
semaya ait, gökten
gelen.
şehriyar:
en güçlü, iktidarlı.
tahaddî:
meydan okuma.