“Fakat, mimar kısası istemediği için, Büyük Fatih,
günde on altın tazminata mahkûm olur; ve hatta kısas-
tan kurtulduğu için, bu tazminatı kendiliğinden yirmi al-
tına çıkarır.”
İslâm mahkemesinin adaletinin şanlı misallerinden biri
olan şu misal, bize en haşmetli hükümdarlarla en âciz fert-
lerin huzur-i mehakimde müsavi olduğunu gösteriyor.
İşte, ben de bugün Fatih kadar şanlı, kahraman İslâm
hâkimi Hızır Bey Çelebi’nin makamının mümessili olan
ve hakikî adalet-i kur’âniyeyi esas tutan bir makamın ye-
rinde bulunan bir mahkemenin huzurunda bulunuyo-
rum. Bütün kalbimi huzur ve sürura kalbeden memnuni-
yetim budur.
kahraman ecdadımızın bu kadar ulviyetinin sırrı,
kalblerinde Allah korkusunun mevcudiyetiyle, kur’ân
nurunun ve nihayetsiz feyzinin ruhlarında yerleşmiş ol-
ması ve kudsî hakaika karşı sonsuz ve nihayetsiz derece-
de merbutiyetleridir. o mübarek ecdattan bize tevarüs
eden, Allah ve kur’ân için akıttıkları kudsî kanlarının hâ-
len eserleri bulunan bu yurtta ve aziz canlarını feda ettik-
leri şu memlekette, “kur’ân’ın kudsî hakikatlerine hiz-
met ediyor, kur’ân’ın tefsirini okuyor, evinde bulunduru-
yor” kaydıyla mahkemenin huzuruna sevk edildim.
evet, muhakememiz şahsımla alâkadar olmaktan ziya-
de, risale-i nur’un muhakemesidir. risale-i nur ise,
kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın semavî ve kudsî hakaikının te-
reşşuhatı olmak hasebiyle, o yüksek eserlerdeki kıymet
âdil:
adaletli olan, doğruluk göste-
ren.
ahiret:
öbür dünya, ikinci hayat.
ayat:
Kur’ân ayetleri.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
bedayi:
eşi benzeri olmayan gü-
zellikler, mükemmel ve yeni şey-
ler.
belâgat:
sözün düzgün, kusursuz,
yerinde ve hâlin ve makamın ica-
bına göre söylenmesini öğreten il-
min adı, edebiyat kaideleri ile ilgili
ilim.
beşer:
insan, insanlık.
beyyinat:
beyyineler, deliller.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
camiiyet:
toplayıcı, ihtiva ve iha-
ta edicilik.
cin:
gözle görünmez, lâtif cisimler-
den ibaret bir yaratık.
ehadiyet:
Allah’ın her bir şeyde
birliğinin tecelli etmesi, Allah’ın
B
ir
m
üdafaa
| 450 | İşaratü’l-İ’caz
birliği.
ehl-i ilim:
ilim sahipleri, ilim
adamları.
ehl-i tevhid:
tevhit ehli, Ce-
nab-ı Hakkın birliğini bilip ina-
nan ve sadece bir Allah’a bağ-
lanıp ibadet eden kimse.
ehl-i ukul:
akıllılar, akıl sahip-
leri.
ekmeliyet:
mükemmellik, ku-
sursuzluk, noksansızlık, eksik-
sizlik.
elhâsıl:
hasılı, netice itibariyle,
kısaca.
fesahat:
sözün; kelime, mana,
ahenk ve sıralama yönlerin-
den kusursuz olması.
gayet:
son derece.
hakaik-ı imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
Hâlık-ı Kâinat:
kâinatın ve
onun içinde olan her şeyin ya-
ratıcısı, Allah.
hitap:
söylev verme, konuş-
ma.
i’caz:
mucizelik, insanların
benzerini yapmaktan âciz kal-
dıkları şeyi yapmak.
idrak:
akıl erdirme, anlama,
kavrama kabiliyeti.
ihtiyacat:
ihtiyaçlar, lüzumlu
olan şeyler.
ilân:
yayma, duyurma, bildir-
me.
iman-ı billâh:
Allah’a inanma,
Allah’ı, onun kâinatta tecelli
eden bütün sıfat ve isimleriy-
le beraber kabul ederek Ona
inanma.
ins:
insan, beşer, Âdemoğlu.
izah:
açıklama, ayrıntılı anlat-
ma.