feylesofu hakaik-ı imaniyeyi tasdike mecbur ettiği gibi,
en âmî bir adamın da en yüksek hakikatleri, en büyük bir
sühuletle anlamasını temin eden, tevhidi gösteren, âyât-ı
kur’âniyenin en kudsî bir tefsiridir. Aynen ismi gibidir.
nasıl ki Mûsa Aleyhisselâm, elindeki asasıyla kara taşlar-
dan, çorak vadilerden, ateş fışkıran çöllerden âb-ı haya-
tı fışkırttığı gibi,
Asa-yımûsa
da vahdaniyet-i İlâhiyeyi is-
pat etmesiyle dünya ve ahiret âlemlerini ziyadar edecek
tevhid nurlarını fışkırtıyor, taş gibi kalbleri, mum gibi eri-
tiyor; şavkı ile gönülleri teshir ediyor.
Hem madem mahkemelerin beraati mevcut ve vicdan
hürriyeti var ve hiçbir memlekette ilim ile iştigal edenle-
re ilişilmiyor, şu hâlde ulûm-i evvelîn ve ahirîni cami olan
risale-i nur’a da ilişilmemek lâzımdır.
risale-i nur yurdun asayişine, sükûn ve selâmetine
hizmet ettiğine delil, milyonlar talebelerinin hiçbirisinde
bir vak’anın görülmemiş olmasıyla beraber, hepsinin de
namuskârâne faaliyetleriyle müstakim görülmeleridir. ri-
sale-i nur külliyatı,
Asa-yımûsa
ile birlikte kütüphane-i
mesaimin hariminden alınmasıyla, her türlü suç unsuru-
nun mevcudiyetini bizzat ref’ eder. zira, her münevver
adam, kütüphanesinde her nevi kitabı bulundurur, okur
tetkik eder. Mel’unâne fikirleri neşreden ve anarşistliği
telkin eden kitaplar bile kütüphanelerde açıkça tetkike
tâbidir.
Hülâsa
: risale-i nur, kur’ân’ın bu asırda en yüksek ve
en kudsî bir tefsiridir. Hakikatleri semavîdir, kur’ânîdir.
kütüphane.
madem:
değil mi ki.
mel’unâne:
mel’unca, şiddetli kö-
tülükte.
mevcudiyet:
mevcut olma, varlık.
münevver:
bilgili, kültürlü kimse,
aydın.
müstakim:
temiz, namuslu, doğ-
ru, ahlâklı, istikamet sahibi.
namuskârane:
namuslu olarak,
haysiyetli, dürüst bir şekilde, na-
muslulukla.
neşir:
yayım, yayın.
nev’î:
gibi, cins.
ref:
kaldırma, giderme.
risale-i Nur Külliyatı:
Bediüzza-
man Said Nursî’nin yüz otuz parça
risaleden oluşan külliyatı.
selâmet:
salimlik, eminlik, kurtu-
luş, korku ve endişeden uzak ol-
ma.
semavî:
semaya ait, gökten gelen.
sühulet:
kolaylık.
sükûn:
rahat, huzur, asayiş.
şevk:
keyif, neşe, sevinç.
tâbi:
bağlı, uyma.
talebe:
öğrenci.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tefsir:
yorum, şerh.
telkin:
fikir aşılama, zihinde yer
ettirme.
temin:
sağlama.
teshir:
cezbetme, kendine bağla-
ma, emri altına alma.
tetkik:
dikkatle araştırma, incele-
me.
tevhidî:
tevhide dair, tevhitle ilgi-
li.
ulûm-i evvelîn:
önceki ilimler.
vadi:
iki dağ arasında kalan çukur-
ca arazi.
vahdaniyet-i İlâhiye:
İlâhî birlik,
Allah’ın bir, tek olması.
vak’a:
hadise, olay.
vicdan:
insanın içindeki, iyiyi kö-
tüden ayırabilen, iyilik etmekten
lezzet duyan ve kötülükten elem
alan manevî his.
ziyadar:
ziyalı, ışıklı, parlak, aydın-
lık.
İşaratü’l-İ’caz | 455 |
B
ir
m
üdafaa
âb-ı hayat:
hayat suyu; içene
ebedî hayat verdiğine inanılan
efsanevî su, bengisu.
ahir:
sonu, son kısmı.
ahiret:
öbür dünya, ikinci ha-
yat.
âlem:
dünya, cihan.
âmî:
bilgisiz, cahil.
anarşist:
hiç bir düzen ve oto-
rite tanımayan, karışıklık ve
bozgunculuktan yana olan.
asa:
değnek, sopa.
asayiş:
emniyet, kanun ve ni-
zam hakimiyetin sağlanması.
ayat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
ayetleri.
beraat:
serbest kalma, suçsuz
bulunma, aklanma.
bizzat:
kendisi, şahsen.
cami:
toplayan, içine alan,
kapsayan.
çorak:
verimsiz.
delil:
kanıt, tanık, burhan.
faaliyet:
iş, haraketlilik, çalış-
ma.
feylesof:
felsefe ile uğraşan,
filozof.
hakaik-ı imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
hakikat:
gerçek, doğru.
harîm:
herkesin giremeyece-
ği yer, herkesin dokunamaya-
cağı şey.
hizmet:
görev, vazife.
hülâsa:
kısaca, özet.
ilim:
bilgi, marifet.
iman:
inanç, itikat.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
iştigal:
bir işle uğraşma, meş-
gul olma.
kudsî:
mukaddes, yüce.
Kur’ânî:
Kur’ân’a uygun,
Kur’ân’a ait.
kütüphane-i mesai:
çalışma
kütüphanesi, içinde çalışılan