risale-i nur, erkân-ı imaniyeyi ve âyât-ı kur’âniyeyi
tefsir ederek, öyle bir tarzda beyan eder ki; hiçbir mün-
kir, hiçbir dinsiz, o hakikatleri inkâr edemez. Hem riya-
zî bir kat’iyetle ispat eder, göze gösterir, aklı doyurur, le-
tâifi kandırır; artık hiçbir imanî ve kur’ânî hakikati inkâ-
ra mecal kalmaz. Bundan dolayıdır ki, dinsizler, komü-
nistler, bu memlekette risale-i nur varken mel’unâne fi-
kirlerini saha-i tatbike koyamadıklarından ve bir manevî
bekçi gibi risale-i nur daima karşılarına çıktığından ri-
sale-i nur’un her vecihle neşrine set çekmeyi gaye edin-
mişlerdir.
risale-i nur, tahkikî iman dersleri verir, şâkirtlerini her
türlü fenalıktan alıkoyar, kalblere doğruluk aşılar. onu
hakkıyla anlayan, artık fenalık yapamaz. onun içindir ki,
bugün memleketin her tarafındaki risale-i nur talebele-
ri asayişin manevî muhafızı hükmündedirler. Şimdiye ka-
dar hiçbir hakikî nur talebesinde asayişe münafi bir
hareket görülmemiş, âdeta nur talebeleri zabıtanın ma-
nevî yardımcısı olmuşlardır. risale-i nur talebelerinin rı-
za-i İlâhîden başka, a’mal-i uhreviyeye müteveccih ol-
maktan gayri düşünceleri yoktur. Şu hâlde, risale-i
nur’a garazkâr tertipler hazırlayanlar, perde arkasındaki
malûm din düşmanlarından başka kimse değildir.
Yukarıdaki maruzatımızda birçok mahkemelerin bera-
at kararlarının mevcudiyetini arz etmiştim. elde edebildi-
ğim tarih ve numaralarını beyan ederek, o âdil ve yük-
sek mahkemelere milyonlar nur Şakirtleri namına min-
nettarlığmızı bildirmek isterim. Umum risalelerin beraat
muhafaza eden, gözleyen, bekle-
yen.
münâfi:
zıt, aykırı.
münkir:
inkâr eden, kabul etme-
yen.
müteveccih:
dönük.
nam:
ad, isim.
neşr:
yayım, yayın.
Nur:
Risale-i Nur.
rıza-i İlâhî:
Allah’ın rızası, hoşnut-
luğu.
risale:
kitap, kitapçık.
riyazî:
hesapla, matematikle ilgili,
riyaziyeye ait.
saha-i tatbik:
uygulama sahası,
pratik yapma alanı.
set:
mani, perde, engel.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tahkikî:
araştırma ve inceleme ile
ilgili, inandığı şeylerin aslını, esası-
nı bilerek inanma.
talebe:
öğrenci.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tefsîr:
Yorum, şerh.
tertip:
hile, komplo.
umum:
bütün, herkes.
zabıta:
şehir güvenliğini sağla-
makla vazifeli bulunan idare, po-
lis.
İşaratü’l-İ’caz | 453 |
B
ir
m
üdafaa
âdeta:
sanki.
âdil:
adaletli olan, doğruluk
gösteren.
a’mal-i uhreviye:
ahirete ait
iş, hareket ve ibadetler.
arz:
sunma, bildirme.
asayiş:
emniyet, kanun ve ni-
zam hakimiyetin sağlanması.
ayat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
ayetleri.
beraat:
fazilet, erdem, olgun-
luk, meziyet.
beraat:
serbest kalma, suçsuz
bulunma, aklanma.
beyan:
anlatma, açıklama.
erkân-ı imaniye:
imana ait
esaslar.
garazkâr:
haset eden, kin gü-
den, kötü kasıt sahibi.
gayr:
ayrı, başka.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikî:
gerçek.
iman:
inanç, itikat.
imanî:
imana dair olan, iman-
la ilgili.
inkâr:
reddetme, inanmama,
kabul ve tasdik etmeme.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
Kur’ânî:
Kur’an’a
ait,
Kur’an’dan gelen.
letaif:
manevî duygular.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
maruzat:
takdim, sunuş.
mecal:
güç, kuvvet, iktidar, ta-
kat, tahammül.
mel’unane:
mel’unca, şiddetli
kötülükte.
mevcudiyet:
mevcut olma,
varlık.
minnettar:
bir iyiliğe karşı te-
şekkür duygusu içinde olan.
muhâfız:
koruyan, saklayan,