doğrudan doğruya kur’ân’a aittir. Şu hâlde, muhakeme
de kur’ân’ın muhakemesidir. ehl-i tevhidin kitabı olan
kelâmullah, bütün âyât ve beyyinatıyla Hâlık-ı kâinat’ın
vahdaniyetini ve ehadiyetini ilân ediyor.
kur’ân’ın ehl-i ukulü hayrette bırakan i’cazı, belâgat ve
fesahati, nihayet derecedeki yüksek üslûbu, selâset-i be-
yanı, elhâsıl sonsuz bedayi ve camiiyeti ile ins ve cinnin
kıyamete kadar gelecek ihtiyacatına ekmeliyetle kâfi gel-
mesi, dünya ve ahiret saadetinin rehberi bulunması ve
bütün asırlardaki tabakat-ı beşere hitap etmesi ve kâinat
Hâlıkı’nın marziyatını kullarına bildirecek âyât ve bey-
yinatı tefsir ve izah edecek mütehassıs ehl-i ilmin bulun-
ması zaruretine binaen, her asırda gelen binler müdakkik
ehl-i ilim, yüz binlerle kur’ân tefsirlerini meydana getir-
mişler, bütün asırları kur’ân’ın nuruyla ışıklandırmışlardır.
İşte, risale-i nur da bu asırda kur’ân’ın feyziyle vücut
bulan, beşerin tekemmülâtına uygun olarak kur’ân’ın
gösterdiği mu’cizeli hakikatlerin bu tekâmül ile saha-i fii-
le konulduğunu bildiren ve asrın idrakine hitap eden ga-
yet kudsî bir tefsirdir. kur’ân, baştan başa tevhid-i İlâhî-
yi ilân ediyor; risale-i nur da, iman-ı billâhı gösteren ve
hakaik-ı imaniyeyi ders veren ayetleri tefsir ediyor.
İşte muhakemenin asıl mevzuu budur.
otuz seneden beri gizli din düşmanlarının, komünistle-
rin ve masonların tahrikâtıyla risale-i nur Şakirtleri, bir-
çok mahkemelere sevk edilmişler. Âdil mahkemeler de o
zaruret:
muhtaçlık, şiddetli ihtiyaç
içinde olma.
İşaratü’l-İ’caz | 451 |
B
ir
m
üdafaa
kâfî:
yeterli.
Kelâmullah:
Allah’ın kelâmı,
Kur’ân-ı Kerîm.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah
tarafından tayin edilen bir va-
kitte yıkılıp mahvolması.
kudsî:
mukaddes, yüce.
marziyat:
razı olunacak şey-
ler, Allah’ın rızasına dair olan-
lar, Allah’ın rızasına mazhar
olacak hâl ve hareketler.
mevzu:
konu.
mu’cize:
benzerini yapmak-
tan insanların aciz kaldığı şey.
muhakeme:
mahkeme
olunma.
müdakkik:
tetkik eden, ince-
den inceye araştıran.
mütehassıs:
bir ilim dalında
veya bir meslekte derin bilgi
sahibi olan, uzman.
nihayet:
son.
saha-i fi’l:
iş yapma sahası,
çalışma alanı.
selâset-i beyan:
anlatımın
açıklığı.
sevk:
yöneltme, gönderme.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tabakat-ı beşer:
insan taba-
kaları, insanların oluşturduğu
sosyal sınıflar.
tahrikât:
tahrikler.
tefsir:
Yorum, şerh.
tekâmül:
kemal bulma, ke-
male erme, olgunlaşma.
tekemmülât:
tekemmüller,
kemâle ermeler, kemal bul-
malar, olgunlaşmalar.
tevhid-i İlâhî:
Allah’ın birliği-
ne iman ve Ondan başka ilâh
olmadığını tasdik etme.
üslûp:
tarz, yol, biçim, usul,
stil.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve
varlığı, Allah’ın bir oluşu.