kur’ân, bütün kâinatı yaratan, gizli ve aşikâr her şeyi
bilen, kadîr-i mutlak sıfatıyla zat-ı kibriya’yı takdis ve
tebcil ettiğinden, her sitayişe şayandır.
kur’ân’ın ifadesi veciz ve mücmel olmakla beraber, en
derin hakikati, en kuvvetli en mülhem hikmeti takrir
eden elfaz ile söylemiştir.
kur’ân, devamlı memleketler değilse de, muzaffer
cumhuriyetler vücuda getirmeye hadim olacak esasları
muhtevi olduğunu ispat etmiştir. kur’ân’ın esaslarıyladır
ki, fakir ve sefaletleri ancak cehaletleriyle kabil-i kıyas
olan, susuz ve çıplak bir yarımadanın sekenesi, yeni bir
dinin, hararetli ve samimî salikleri olmuşlar, devletler
kurmuşlar, şehirler inşa etmişlerdir. Filhakika, Müslü-
manların heybetidir ki, Fesdad, Bağdat, kurtuba, delhi,
bütün Hristiyan Avrupa’yı titreten bir azamet ve haşmet
ihraz etmişlerdir.
Rodwell
®®®
MüslümanlıkDünyanınKıvamıOlanBirDindir;
CihanMedeniyetininİstinatEttiğiTemelleri
Muhtevidir
Fransa’nınenmarufmüşteşriklerindenGastonCare
(GastonKar),1913senesindeLeFigarogazetesinde,
yeryüzündenmüslümanlıkkalkacakolursa,müsalemetin
muhafazasınaimkânolupolmadığıhakkındamakaleler
silsilesiyazmışveozamanbumakalelerşarkgazeteleri
aklî:
akla dayanan, akıl ile ilglil.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
bahis:
bahseden, araştıran, anla-
tan.
düstur:
kanun, kural, esas.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
faikıyet:
üstünlük, başkalarından
farklı ve üstün olma.
filhakîka:
hakikatte, esasında, ha-
kikaten, gerçekten, doğrusu.
hakikat:
gerçek, doğru.
hizmet:
görev, vazife.
husus:
mevzu, konu.
imkân:
olabilirlik, olanak.
imtizaç:
bileşik hale gelme, kay-
naşma.
inkişaf:
gelişme.
istinat:
dayanak.
kıvam:
dayanak, temel.
medeniyet:
medenîlik, şehirlilik,
uygarlık.
medyun:
borçlu, vereceği bulu-
nan.
menba:
kaynak.
muhafaza:
koruma.
muharrir:
yazan, yazar.
muhtevî:
ihtiva eden, içine alan,
içinde bulunduran, kapsayan.
müsâlemet:
herkesle barış içinde
olma, sulh, barışıklık.
müsteşrik:
şark topluluklarının ta-
rihini, dinini, dilini, folklorunu, sa-
nat ve edebiyatını araştırıp incele-
yen uzman kimse, özellikle doğu-
lulara ait ilimlerle uğraşan Batılı
bilgin, şarkiyatçı, oryantalist.
nazaran:
nispeten, kıyaslayarak,
göre.
neşir:
yayım, yayın.
salik:
bir yola giren, bir yolda gi-
den, bir yolu takip eden.
sıhhat:
sağlık, esenlik.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şek:
şüphe, zan, tereddüt.
şükran:
teşekkür etme, iyilik bil-
me.
temin:
sağlama.
umumî:
genel.
vücut:
var olma, var oluş, varlık.
İşaratü’l-İ’caz | 443 |
e
cneBi
f
eYleSoflar
alan, içinde bulunduran, kap-
sayan.
muzaffer:
yenmiş, galip gel-
miş.
mücmel:
öz olarak anlatılmış,
kısa ve az sözle ifade edilmiş,
öz, özet.
mülhem:
ilham olunmuş.
müsâlemet:
herkesle barış
içinde olma, sulh, barışıklık.
müsteşrik:
şark toplulukları-
nın tarihini, dinini, dilini, folk-
lorunu, sanat ve edebiyatını
araştırıp inceleyen uzman
kimse, özellikle doğululara ait
ilimlerle uğraşan Batılı bilgin,
şarkiyatçı, oryantalist.
salik:
bir yola giren, bir yolda
giden, bir yolu takip eden.
samimî:
içten, candan, gönül-
den.
sefalet:
sefillik, süflîlik, hakir-
lik, aşağılık, düşkünlük.
sekene:
sakin olanlar, ikamet
edenler, oturanlar.
sıfat:
vasıf, nitelik.
silsile:
birbirini takip eden
şeylerin meydana getirdiği sı-
ra.
sitayiş:
övme, övüş, methet-
me, sena.
şark:
doğu.
şayan:
değer, layık, münasip.
takdis:
yüceltme, mukaddes
sayma, kudsî ve mübarek
sayma.
takrir:
anlatma, anlatış; sözle
ifade.
tebcil:
yüceltme, ululama, bi-
risine tazim etme, saygı gös-
terme.
veciz:
kısa ve özlü söz.
zat-ı Kibriya:
yüce zat, Cenab-
ı Hakkın kudret ve azimeti;
her cihette büyüklüğü.