külliyatının iadesine ve beraatine karar vermenizi rica
ederim.
risale-i nur, kur’ân’ın malıdır. Arşı ferşe bağlayan
kelâmullah ile mazi canibindeki milyarlar ehl-i iman, ev-
liya ve enbiya alâkadar oldukları gibi, risale-i nur mah-
kemesiyle de manen alâkadırlar. Çok ihtiyarlamış arzın,
dört yüz milyon Müslüman sekenesi, risale-i nurun be-
raatine ve serbestiyetine ve intişarına muntazırdırlar.
Mazi tarafından perde-i gayp arkasına çekilen müba-
rek ecdadımızın nuranî kafileleri, ulvî makamlarından ri-
sale-i nur mahkemesine manen nazırdırlar.
Müstakbel cephesinin feyizkâr nesilleri, beraat
(HaşİYe)
kararını bekliyorlar.
emekli Yüzbaşı
Mehmed Kayalar
@
âlemdeki manevî perde.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sekene:
sakin olanlar, ikamet
edenler, oturanlar.
serbestiyet:
serbestlik, rahat ve
serbest olma hâli.
serdetmek:
serdetmek işi, ileri
sürmek.
ulvî:
yüksek, yüce.
HaşİYe:
Bu müdafaanın serdedildiği muhakeme, beraatle neticelenmiş-
tir.
İşaratü’l-İ’caz | 457 |
B
ir
m
üdafaa
alâkadar:
ilgili, ilişki.
arş:
yüksekliği sebebiyle bü-
tün cisimleri içine alan ve Al-
lah’ın kudret ve hükmüyle is-
tiva ettiği şey.
arz:
yer, dünya.
beraat:
serbest kalma, suçsuz
bulunma, aklanma.
canip:
yan, yön, cihet, taraf.
ecdat:
dedeler, büyük baba-
lar, atalar.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
enbiya:
nebiler, peygamber-
ler.
evliya:
veliler, Allah dostları.
ferş:
yeryüzü, zemin, dünya.
feyizkâr:
feyizli, bereketli,
ışıklı.
haşiye:
dipnot.
iade:
geri verme.
intişar:
yayınlanma, neşrol-
ma.
kafile:
takım, bölük.
Kelâmullah:
Allah’ın kelâmı,
Kur’ân-ı Kerîm.
makam:
yer, mevki.
manen:
mana bakımından,
manaca.
mazi:
geçmiş zaman.
muhakeme:
iki tarafı dinleyip
hüküm verme, hakimin taraf-
ları dinleyip hüküm vermesi,
yargılama.
muntazır:
bekleyen, gözeten.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
müdafaa:
savunma, koruma.
müstakbel:
gelecek zaman.
nesil:
kuşak, nesil.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
perde-i gayp:
gayp perdesi,
gizli perde; insanların bilmeyip
sadece Allah’ın bildiği gayp