İşaratü'l İ'caz - page 454

ve iadesi hakkında denizli Ağır Ceza Mahkemesinin 15
Haziran 1944 tarihli beraat kararıyla İstanbul eminönü
Ağır Ceza Mahkemesinin 1953 tarih ve 1951/137 esas
ve 27/952 kararıyla –ki, geçen celsede
Sebilürreşad
ga-
zetesinin takdim ettiğim nüshasında bildirilen beraat ka-
rarıdır– ayrıca mahkeme-i âlînize suret-i mahsusada arz
ve takdim ettiğim
Asa-yımûsa
dâhil umum risale-i nur
külliyatının Mersin Ağır Ceza Mahkemesinin 17/1954
esas, 421/954 karar ve 9/4/954 tarihli beraat kararı-
nın mevcudiyetleri, mahkemelerin temininde olarak hiç-
bir elin risale-i nur’a ilişmemesini tazammun ettiği hâl-
de mestur düşmanların hainâne faaliyetleriyle bu sefer
de tahsisen
Asa-yımûsa
kastedilerek âdil ve yüksek
mahkemeye gelmiş bulunuyoruz.
risale-i nur, iman-ı billâh ile tevhidi en yüksek dere-
cede, aynelyakin ve hakkalyakin bir surette göze göste-
rip bütün letaifi azamî derecede doyurmasıyla imanı tak-
litten kurtarıp, derece-i tahkike yükseltir.
Asa-yımûsa
da
ise, bu ulvî ve kudsî iman dersi en parlak bir surette, hem
görülmemiş ihtişamla ispat edildiğinden, yüz otuz cilde
yaklaşan risale-i nur tefsirinin âdeta hülâsası hükmün-
dedir.
Bütün semavî kitapların ve bütün peygamberlerin en
büyük davası, Hâlık-ı kâinat’ın ulûhiyet ve vahdaniyetini
ilândır. kur’ân, baştan başa tevhidi gösterir. İşte Asa-yı
Mûsa da Müslümanlara ve umum beşeriyete Cenab-ı
Hakkın birliğini ve delâil-i vahdaniyetini güneş gibi gös-
termesinden, en büyük bir mütefekkir ile bir dinsizi ve bir
âdeta:
sanki.
âdil:
adaletli olan, doğruluk göste-
ren.
arz:
sunma.
aynelyakîn:
gözle görür derecede
inanma; bir şeyi görerek ve seyre-
derek bilme.
azamî:
en fazla, en çok, nihayet
derecede.
beraat:
serbest kalma, suçsuz bu-
lunma, aklanma.
beşeriyet:
beşerîlik, insanlık.
celse:
aralıksız yapılan toplantı,
oturum.
cenab-ı Hak:
hakkın ta kendisi
olan şeref ve azamet sahibi Allah.
dâhil:
içinde, içeri girmiş.
delâil-i Vahdaniyet:
Cenab-ı Al-
lah’ın umum eşyada birden görü-
nen birlik tecellisinin delilleri.
derece-i tahkik:
araştırma incele-
me derecesi.
hainâne:
haincesine, hain bir kişi-
ye yakışır şekil ve surette.
hakkalyakin:
şeriatın hakikatini,
derûnî hikmet, ilim ve marifetini
bilme.
Hâlık-ı Kâinat:
kâinatın ve onun
içinde olan her şeyin yaratıcısı, Al-
lah.
hülâsa:
kısaca, özet.
ihtişam:
debdebe, şanlı görünüş,
büyük gösteriş.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
iman:
inanç, itikat.
iman-ı billâh:
Allah’a inanma, Al-
lah’ı, onun kâinatta tecelli eden
bütün sıfat ve isimleriyle beraber
kabul ederek Ona inanma.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
kasıt:
niyet, düşünce.
kudsî:
mukaddes, yüce.
letaif:
manevî duygular.
mahkeme-i âlî:
yüce mahkeme,
birinci derecedeki (üstün) mahke-
B
ir
m
üdafaa
| 454 | İşaratü’l-İ’caz
me.
mestur:
örtülü, örtülmüş, set-
rolunmuş, kapalı, gizli, perde-
li.
mevcudiyet:
mevcut olma,
varlık.
mütefekkir:
insanlığın ve
müslümanların problemlerini
ve çarelerini çok düşünen
âlim kişi.
nüsha:
suret.
peygamber:
Allah tarafından
haber getirerek İlahî emir ve
yasakları insanlara tebliğ eden
elçi, nebî.
risale-i Nur Külliyatı:
Bediüz-
zaman Said Nursî’nin yüz otuz
parça risaleden oluşan külliya-
tı.
sefer:
defa, kere.
semavî:
semaya ait, gökten
gelen; Allah tarafından olan,
İlahî.
suret-i mahsusa:
özel, hususî
tarz.
tahsisen:
tahsis suretiyle, tah-
sis ederek, ayırarak.
takdim:
arz etme, sunma.
taklit:
benzeri, taklit etme.
tazammun:
ihtiva etme, içine
alma, içinde bulundurma.
tefsîr:
Yorum, şerh.
temîn:
sağlama.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, birleme.
ulûhiyet:
ilâhlık, Allah’lık.
ulvî:
yüce, değerli.
umum:
bütün, herkes.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve
varlığı, Allah’ın bir oluşu.
1...,444,445,446,447,448,449,450,451,452,453 455,456,457,458,459,460,461,462,463,464,...576
Powered by FlippingBook