“Bu dinde mukaddes sular, şayan-ı teberrük eşya, es-
nam ve azizler, yahut a’mal-i salihadan mücerret imanı
müfid tanıyan akideler, yahut sekerat-ı mevt esnasında
nedametin bir fayda vereceğini ifade eden sözler, yahut
başkaları tarafından vuku bulacak dua ve niyazların gü-
nahkârları kurtaracağına dair ifadeleri yoktur. Çünkü bu
gibi akideler, onları kabul edenleri alçaltmıştır.”
ZamanlarGeçtikçeKur’ân’ınUlvîSırları
İnkişafEdiyor
Doktormaurice(moris),LeParleFrançoiseroman
(LöParleFransesroman)ünvanlıgazetedeKur’ân’ın
FransızcamütercimlerindenSelmanrunah’ıntenkidatı-
naverdiğicevaptadiyorki:
kur’ân nedir? Her tenkidin fevkinde bir fesahat ve be-
lâgat mu’cizesidir. kur’ân’ın, üç yüz elli milyon Müslü-
manın göğsünü haklı bir gururla kabartan meziyeti,
onun her manayı hüsn-i ifade etmesi itibarıyla, münzel
kitapların en mükemmeli ve ezelî olmasıdır. Hayır, daha
ileri gidebiliriz:
kur’ân, kudret-i ezeliyenin, inayet ile insana bahşetti-
ği kütüb-i semaviyenin en güzelidir. Beşeriyetin refahı
nokta-i nazarından kur’ân’ın beyanatı, Yunan felsefesi-
nin ifadatından pek ziyade ulvîdir. kur’ân, Arz ve sema-
nın Hâlıkına hamd ve şükranla doludur. kur’ân’ın her
kelimesi, her şeyi yaratan ve her şeyi haiz olduğu kabili-
yete göre sevk ve irşat eden zat-ı kibriya’nın azametin-
de mündemiçtir.
kütüb-i semaviye:
semavî kitap-
lar, vahye dayanan, Allah’ın gön-
derdiği kutsal kitaplar; Tevrat, Ze-
bur, İncil ve Kur’ân-ı Kerîm.
mana:
anlam.
meziyet:
kıymetli özellik.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların aciz kaldığı şey.
mukaddes:
takdis edilmiş, kutsal,
aziz, temiz.
mücerret:
soyutlanmış olan, cisim
halinde bulunmayan.
müfîd:
faydalı, yarar.
mündemiç:
kapsayan, içine alan,
içine yerleşen.
münzel:
gökten indirilmiş, nazil
olunmuş.
mütercim:
tercüme eden, bir dil-
den başka bir dile çeviren, tercü-
man, çevirmen.
nedamet:
pişmanlık.
niyaz:
Allah’a yalvarma ve yakar-
ma.
nokta-i nazar:
görüş açısı, bakış
açısı; görüş, fikir.
refah:
bolluk, rahatlık.
sekeratü’l-mevt:
ölüm sekeratı,
ölüm dalgınlığı; can çekişirken ge-
len baygınlık, dalgınlık.
sema:
gökyüzü, gök.
sevk:
yöneltme, gönderme.
şayan-ı teberrük:
mübarek say-
maya, uğurlu görmeye değer, lâ-
yık.
şükran:
iyiliğe karşı gösterilen iyi
tavır, gönül borcu, minnettarlık.
tenkit:
eleştirme.
ulvî:
yüksek, yüce.
ünvan:
ad, isim, lâkap.
vuku:
olma, meydana gelme.
zat-ı Kibriya:
yüce zat, Cenab-ı
Hakkın kudret ve azimeti; her ci-
hette büyüklüğü.
ziyade:
çok, fazla.
İşaratü’l-İ’caz | 431 |
e
cneBi
f
eYleSoflar
akide:
iman, inanılan ve itikat
edilen esas, inanç.
a’mal-i saliha:
salih ameller,
Allah’ın rızasına uygun yapıl-
mış iyi ve hayırlı işler.
arz:
yer, dünya.
azamet:
büyüklük, ululuk, yü-
celik.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
belâgat:
sözün düzgün, kusur-
suz, yerinde ve hâlin ve ma-
kamın icabına göre söylenme-
sini öğreten ilmin adı, edebi-
yat kaideleri ile ilgili ilim.
beşeriyet:
beşerîlik, insanlık.
beyanat:
açıklamalar, izahlar.
dair:
alakalı, ilgili.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
esnam:
putlar, sanemler.
ezelî:
ezel ile ilgili, öncesiz,
başlangıçsız.
felsefe:
hikmet bilgisi.
fesahat:
güzel ve açık konu-
şabilme.
fevkinde:
üstünde.
günahkâr:
günahlı, günah iş-
lemiş.
haiz:
bir şeye sahip olma, sa-
hip, mâlik.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
hamd:
teşekkür, şükran.
ifadat:
ifadeler.
iman:
inanç, itikat.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inkişaf:
ortaya çıkma, geliş-
me.
irşat:
doğru yolu gösterme,
gafletten uyandırma.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
kudret-i ezeliye:
ezele ait
kudret, başı-sonu olmayan
sonsuz İlâhî kudret, kuvvet.