Ve keza esmanın tevkifine, yani Şâri tarafından bildi-
rilmiş olduğuna remizdir. zaten esma ile müsemmeyat
arasında takip edilen münasebat-ı vaz’ıyye bunu teyit
ediyor.
Ve keza, mu’cizenin, vasıtasız Allah’ın fiili olduğuna
imadır. Fakat felâsifeye göre harikalar, ervah-ı harikanın
fiilidir.
n
?n
O'
G
: Hilâfeti irade edilen ve Âdem ismiyle tesmiye edi-
len küre-i arzın sahibi şahs-ı mahuttur. İsminin tasrihi,
teşrif ve teşhiri içindir.
(1)
n
ABÉ n
ªr
°Sn
’r
Gn
: İsim ve sıfat ve hasiyet gibi, eşyayı birbirin-
den ayırıp temyiz ve tayin eden alâmet ve nişanlardır;
yahut insanlar arasında münkasım olan lügatlerdir.
(2)
r
º o
¡n
°Vn
ôn
Y
: Arz edilen eşya olduğu hâlde zamirin es-
maya rücuundan ismin ayn-ı müsemma olduğuna kail
olan ehl-i sünnetin mezhebine işarettir.
(3)
Én
¡ s
?o
c
: Âdem’in melâikeden cihet-i imtiyazı ve melâ-
ikenin muarazadan sebep ve medar-ı aczi, esmanın
heyet-i mecmuası olduğuna işarettir. Yoksa esmanın bir
kısmını, belki kısm-ı azamını melekler de bilirler.
alâmet:
belirti, işaret, iz.
arz:
sunma, bildirme, gösterme.
ayn-ı müsemma:
ismin anlamının
tâ kendisi.
cihet:
yön.
Ehl-i Sünnet:
İslâmı ilk günkü sa-
fiyetiyle kabul ederek dinden ol-
mayan şeyleri karıştırmayıp, Hz.
Peygamberin sünnetinden ve yo-
lundan ayrılmayanlar.
ervah-ı harika:
harika ruhlar, üs-
tün ruhlar.
esma:
adlar, isimler.
felâsife:
felsefe ile uğraşanlar, fi-
lozoflar.
fiil:
iş, hareket.
harika:
olağanüstü.
hasiyet:
bir şeye has özellik, nite-
lik.
heyet-i mecmua:
bir şeyin tefer-
ruatına ve cüzlerine bakılmaksızın
bütününün gösterdiği hâl ve man-
zara.
hilâfet:
halifelik, Allah adına ve yi-
ne Onun izniyle yaratılmışlar üze-
rinde çeşitli tasarruflarda bulun-
ma.
ima:
dolaylı, üstü kapalı ifade et-
me.
imtiyaz:
fark, ayrıcalık, üstünlük.
irade:
emir, ferman.
kail:
inanmış, aklı yatmış, kabul
etmiş.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kısm-ı azam:
büyük kısım, ekse-
riyet, çoğunluk.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
lügat:
söz, kelime, sözcük.
medar-ı acz:
aczin sebebi, âciz
kalma sebebi, âciz kalınan nokta.
melâike:
melekler.
mezhep:
dinde tutulan yol, dinde
anlayış ve ibadet yolu.
muaraza:
birbirine karşı gelme,
söz ile karşılıklı mücadele.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların aciz kaldığı şey.
münasebat-ı vaz’ıyye:
hâl ve du-
rumların birbiriyle ilişkileri.
münkasım:
taksim edilmiş, kısım-
lara ayrılmış, bölünmüş.
müsemmeyat:
isim verilenler, ad
konulanlar.
nişan:
iz, belirti, alâmet.
remiz:
işaret; istediğini işaret-
le ifade etme, ima.
rücu:
dönme, geri dönme.
sıfat:
vasıf, nitelik.
şahs-ı mahut:
bilinen ve sözü
edilen, söz konusu olan şahıs
kimse.
şâri:
İslâmın hakikî sahibi olan
Allah.
tasrih:
açıkça ifade ederek
şüphe ve tereddütleri silme.
tayin:
belirleme, gösterme, sı-
nırını çizme.
temyiz:
inceleyip seçme, ayır-
detme.
tesmiye:
isimlendirme, ad
verme.
teşhir:
ilân etme, herkese du-
yurma, gösterme.
teşrif:
şereflendirme, şeref
verme.
tevkif:
durdurma, durdurul-
ma.
teyit:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma; doğru çıkarma.
vasıta:
vesile, neden, aracı.
1.
İsimler. (Bakara Suresi: 31.)
2.
Onlara gösterdi. (Bakara Suresi: 31.)
3.
Hepsini. (Bakara Suresi: 31.)
B
akara
S
ureSi
| 426 | İşaratü’l-İ’caz