İkinciVecih
: ...
üçüncüVecih
: evvelki ayetle canlı mahlûkatın mes-
kenleri olan arz ve semavata işaret edilmiştir. Bu ayetle
de o meskenlerin sakinleri olan beşer ve melâikeye işa-
ret edilmiştir.
Ve keza, o ayet hilkatin silsilesine, bu ayet ise zevi’l-
ervahın silsilesine işaret etmişlerdir.
DördüncüVecih
: evvelki ayette hilkatten maksat be-
şer olduğu ve Hâlık’ın yanında beşerin bir mevki sahibi
bulunduğu tasrih edildiğinde, sâmiin zihnine geldi ki:
“Bu kadar fesat, şürur ve kötülüğü yapan beşere bu ka-
dar kıymet neden verildi? Cenab-ı Hakka ibadet ve tak-
dis için şu fesatçı beşerin vücuduna, hikmetin iktizası ve
rızası var mıdır?” sâmiin bu vesvesesini def’ için şöyle bir
işarette bulundu ki: Beşerin o şürur ve fesatları, onda
vedia bırakılan sırra mukabele edemez, affolur. Ve Ce-
nab-ı Hak, onun ibadetine muhtaç değildir; ancak Allâ-
mü’l-guyûb’un ilmindeki bir hikmet içindir.
Cümlelerinarasındakiirtibatageldik.
(1)
r
Pp
Gn
h
: Bu kelime,
(2)
l
º«/
?n
Y m
Ar
Àn
T u
?o
µp
H n
ƒo
gn
h
cümlesine atıf-
tır. Hâlbuki aralarında münasebet olmadığı gibi
r
Pp
G
diğer
bir
r
Pp
G
’i iktiza eder. Binaenaleyh, böyle bir takdire lüzum
vardır:
(3)
... n
?t
Hn
Q n
?Én
b r
Pp
Gn
h Ék
ªn
¶n
à`r
æo
e n
?n
?n
N Én
e n
?n
?n
N r
Pp
G
(ilâahir).
allâmü’l-Guyûb:
gaybı bilen, gö-
rünmeyen şeyleri bilen, Allah.
arz:
yer, dünya.
atıf:
bir kelime veya cümlenin,
önceki kelime veya cümleye bağ-
lanması.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
beşer:
insan, insanlık.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
cenab-ı Hak:
hakkın ta kendisi
olan şeref ve azamet sahibi Allah.
def:
kovma, uzaklaştırma.
evvel:
önce.
fesat:
bozukluk, karışıklık, nifak.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi,
fayda.
hilkat:
yaratılma, yaratılış.
iktiza:
gerek, lüzum.
ilâahir:
sona kadar, sonuna kadar.
ilim:
bilgi, marifet.
irtibat:
bağ, münasebet.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kıymet:
değer.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah tara-
fından yaratılanlar.
maksat:
kasıt, amaç, düşünce.
melâike:
melekler.
mesken:
oturulan, ikamet olunan
yer.
mevki:
yer, makam.
muhtaç:
gerek duyan.
mukabele:
karşılama, karşı
gelme.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
r
ıza: razı olma, hoşnutluk.
sakin:
oturan, ikamet eden.
sâmi:
işiten, duyan.
semavat:
semalar, gökler.
silsile:
birbirini takip eden
şeylerin meydana getirdiği sı-
ra.
şürur:
şerler, kötülükler, fena-
lıklar.
takdis:
yüceltme, mukaddes
sayma, kudsî ve mübarek
sayma.
tasrih:
açıkça ifade ederek
şüphe ve tereddütleri silme.
vedia:
emanet, saklanılmak
ve korunmak üzere bırakılan
şey.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kal-
be gelen asılsız kötü ve sinsi
düşünce.
zevi’l-ervah:
ruh sahipleri,
canlılar.
1.
Hani.
2.
O her şeyi hakkıyla bilendir. (Bakara Suresi: 29.)
3.
Hani yarattığını muntazam yaratmıştı ve Rabbin şöyle demişti: ...
B
akara
S
ureSi
| 408 | İşaratü’l-İ’caz