insanlara görünmediği veya vücutları hissedilmediği, el-
bette muhaldir.
kezalik, beşerin akaidine karışıp hiçbir zamanda hiç-
bir inkılâpta itirazlara maruz kalmayarak devam eden
melâike itikadının bir hakikate, bir asla dayanmaması ve
mebadi-i zaruriyeden tevellüt etmemesi muhaldir. Her-
hâlde, beşerin bu umumî itikadı, mebadi-i zaruriyeden
neş’et eden ve müşahedat-ı vakıadan hâsıl olan ve muh-
telif emarelerden tevellüt eden hadsî bir hükmün netice-
sidir.
evet, bu itikad-ı umumînin sebebi, kat’î bir surette ma-
nevî bir tevatür kuvvetini veren, pek çok defalar vukua
gelen melâikenin müşahedelerinden hâsıl olan zarurî ve
kat’î delil ve emarelerdir. Çünkü melâike meselesi, beşe-
rin malûmat-ı yakiniyesindendir. eğer bunda şüphe olur-
sa, beşerin yakiniyatında emniyet kalmaz.
Hülâsa
: ruhanîlerden bir ferdin, bir zamanda vücudu
tahakkuk etse, bu nev’in vücudu tahakkuk eder; nev’in
vücudu tahakkuk etse, herhâlde şeriatın beyan ettiği gibi
olacaktır.
Buayetinsabıkayetledörtvecihleirtibatıvardır.
BirinciVecih
: Bu ayetler, beşere verilen büyük ni-
metleri tadat ediyor. Birinci ayetle en büyük nimete işa-
ret edilmiştir ki, beşer hilkatin neticesidir ve arzın müşte-
milâtı ona teshir edilmiştir; istediği gibi tasarruf eder. Bu
ayetle de, beşerin arza hâkim ve halife kılınmış olduğu-
na işaret edilmiştir.
muhal:
imkânsız, olması mümkün
olmayan.
muhtelif:
farklı.
müşahedat-ı vakıa:
vakıaların,
olayların, meydana gelen hâdise-
lerin gözle görülenleri; müşahede
edilen, görülen olaylar.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme.
müştemilât:
şümulünde olan
şeyler, içinde bulunanlar.
neş’et:
meydana gelme, oluşma,
çıkma.
nevi:
tür, çeşit.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
ruhanî:
ruhtan ibaret olan melek.
sabık:
geçen, önceki.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şeriat:
Allah’ın emri, İlâhî kanun.
tadat:
birer birer söyleme, tek tek
zikretme, sayıp dökme, sayım.
tahakkuk:
gerçekleşme, kesinleş-
me.
tasarruf:
idare etme, kullanma.
teshir:
cezbetme, kendine bağla-
ma, emri altına alma.
tevatür:
içinde yalan ihtimali bu-
lunmayan ve birbirlerine kuvvet
veren haberlerden oluşan büyük
bir topluluğa ait haber.
tevellüt:
doğma, doğum.
umumî:
genel.
vecih:
cihet, yön.
vuku:
olma, meydana gelme.
vücut:
beden, ceset.
yakiniyat:
yakin ile, kesin olarak
bilinen şeyler.
zarurî:
zorunlu.
İşaratü’l-İ’caz | 407 |
m
elâikeYe
i
man
akait:
akideler, inançlar, inanı-
lan şeyler.
arz:
yer, dünya.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
beşer:
insan, insanlık.
beyan:
anlatma, açıklama.
defa:
kere, kez, yol.
delil:
kanıt, tanık, bürhan.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
emniyet:
güven, güvenilir.
hadsî:
zan ve tahminle ilgili.
hakikat:
gerçek, doğru.
hâkim:
hükmeden, üstün
olan.
halife:
vekil, birinin yerine ge-
çen kimse, halef.
hâsıl:
peyda olan, çıkan, mey-
dana gelen, ortaya çıkan, be-
liren.
hilkat:
yaratılma, yaratılış.
hüküm:
karar vermek, öyle
olduğuna inanmak.
hülâsa:
kısaca, sözün kısası.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
irtibat:
bağ, münasebet.
itikad-ı umumî:
herkese ait
inanç, iman, genele ait iman.
itikat:
inanç, iman.
itiraz:
kabul etmediğini belir-
tip karşı çıkma.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kezalik:
keza, bu da öyle,
böylece.
malûmat-ı yakiniye:
kesin
bilgiler, doğruluğundan şüphe
edilmeyen bilgiler, kesin ola-
rak bilinen şeyler.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
maruz:
uğramak, etkilenmek.
mebadi-i zaruriye:
mutlaka
gerekli prensip ve esaslar.
melâike:
melekler.
mesele:
konu.