Cümlelerinnüktelerinibeyanedeceğiz:
(1)
i/
ò s
dGn
ƒo
g
(ilâahir): Bu cümle, mâkabliyle bağlı değil-
dir. Ancak, müste’nife olup, beş sual ile cevaplarına işa-
rettir ki, bundan önce beyan edildiğinden tekrarına lü-
zum yoktur.
i/
ò s
dGn
ƒo
g
’deki
n
ƒo
g
müptedadır;
i/
ò s
dn
G
sılasıyla beraber
haberdir. Bu cümlede müpteda ile haberin tarifleri tevhi-
de işaret olduğu gibi, hasra da delâlet eder. Yani, “Müş-
temilât-ı arziyenin halkı Cenab-ı Hakka münhasır olduğu
gibi, hâlıkı da yalnız Cenab-ı Hak’tır.”
Bu hasr,
(2)
n
¿ƒo
©n
Lr
ôo
J p
¬r
«n
dp
G s
º o
K
cümlesinde
(3)
p
¬r
«n
dp
G
’nin takdi-
miyle hâsıl olan hasra delildir. Yani, “Müştemilât-ı arzi-
yenin halkı Cenab-ı Hakka münhasır olduğu için, kıya-
mete merciiyet de Cenab-ı Hakka münhasırdır.”
i/
ò s
dn
G
sılasıyla beraber haberdir. Haberin aslı ve müs-
tahakı, nekre olmaktır. Burada mârife olarak gelmesi,
hükmün zahir ve malûm olduğuna işarettir. Yani: “Ce-
nab-ı Hakkın müştemilât-ı arziyenin hâlıkı olduğu malûm
ve zahirdir.”
Menfaat için kullanılan
(4)
r
ºo
µ
n
d
’deki
?
eşyanın hilka-
ten mübah, helâl menfaatli olarak yaratılıp, bazı arızalar-
dan dolayı haram olmuş olduklarına işarettir. Meselâ,
ağyarın malı ismet-i şer’iye için haram olmuştur. İnsanın
eti hürmet ve keramet için, zehir zarar için, lâşe eti ne-
caset için haram olmuşlardır.
mayan şey.
hilkaten:
yaratılıştan, doğuştan,
fıtraten.
hüküm:
karar, emir.
hürmet:
saygı.
ilâahir:
sona kadar, sonuna kadar.
ismet-i şer’iye:
İslâmî ahlâk ve
namus ölçülerine riayet etme, ha-
ramdan ve kötülükten çekinme.
keramet:
kerem, lütuf, ihsan, ba-
ğış.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte
yıkılıp mahvolması.
lâşe:
ölü hayvan, leş.
mâkabl:
geçmişteki, geçmiş, bir
şeyin kendinden önce olan.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
mârife:
belli olan, bilinen, belirlen-
miş.
menfaat:
fayda.
merciiyet:
müracaat yeri olma,
dönüş yeri olma, ana merkez ye-
ri, kaynak.
meselâ:
örneğin.
mübah:
dinin emri ve yasağı altın-
da bulunmayan, dine göre helâl,
haram veya mekruh sayılmayan,
işlenmesinde sevap ve günah ol-
mayan şey.
münhasır:
mahsus, ait, yönelik.
müpteda:
isim cümlelerinde öz-
ne.
müste’nife:
yeniden başlayan.
müştemilât-ı arziye:
yeryüzünün
eklentileri, kısımları, kapsadığı her
şey.
necaset:
pislik, murdarlık.
nekre:
belirsiz isim, garip.
nükte:
ince manalı, ancak dikkat-
le anlaşılabilen mana veya söz.
sıla:
Arapça’da bir bağlayıcı keli-
me (mevsule) ile bağlandığı ken-
dinden önceki kelimenin manası-
nı açıklayan cümle.
sual:
soru.
tarif:
bir şeyi bütün vasıflarını içi-
ne alacak şekilde anlatma.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna inan-
ma, birleme.
zahir:
aşikâr, açık, görünür.
ağyar:
gayriler, yabancılar.
arıza:
bozukluk, sakatlık.
beyan:
anlatma, açıklama.
cenab-ı Hak:
hakkın ta kendi-
si olan şeref ve azamet sahibi
Allah.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alâmet, işaret.
delil:
kanıt, tanık, bürhan.
haber:
Arapça dil bilgisinde,
isim cümlelerinde yüklem va-
zifesi gören kelime veya keli-
me grubu.
haber:
ilim, malûmat, bilgi,
Arapça dil bilgisinde, isim
cümlelerinde yüklem vazifesi
gören kelime veya kelime
grubu.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
haram:
İslâmiyetçe yasakla-
nan işler.
hasr:
yalnız bir şeye veya ki-
şiye mahsus kılma.
helâl:
Allah’ın müsaade ettiği
şey, din bakımından günah ol-
1.
Odur ki... (Bakara Suresi: 29.)
2.
Sonra Ona döndürüleceksiniz. (Bakara Suresi: 29.)
3.
Ona. (Bakara Suresi: 29.)
4.
Sizin için. (Bakara Suresi: 29.)
İşaratü’l-İ’caz | 399 |
i
nSan ve
k
âinaT