İkinciNokta:
Bilirsin ki, âlemde sabit bir nizam var-
dır, muhkem bir irtibat vardır ve daimî düsturlar, esaslı
kanunlar vardır. Bu itibarla, âlem bir saat veya munta-
zam bir makine gibidir. Her bir çarkın, her bir vidanın,
her bir çivinin makinenin nizam ve intizamında bir hisse-
si ve makinenin netice ve faydalarında bir tesiri olduğu
gibi, ehl-i hayat için ve bilhassa beşer için de bir faydası
var.
ÜçüncüNokta:
Aşağıda işiteceğin gibi, istifadede mü-
zahemet ve münakaşa yoktur. nasıl ki, zeyd diyebilir ki,
“Şems benim lâmbamdır, dünya benim evimdir,” ömer
de öyle diyebilir ve aralarında münakaşa da olmaz. evet,
zeyd, meselâ dünyada tek farz edilirse, istifadesi nasılsa,
bütün insanlar içindeyken istifadesi yine öyledir; ne faz-
la olur, ne noksan. Yalnız “gareyn”e ait olan kısım müs-
tesnadır. zira, yiyecek, içecek vesaire şeylerde münaka-
şa olur.
DördüncüNokta:
Âlem için tek bir yüz, bir cihet de-
ğil, pek çok umumî ve muhtelif vecihler vardır. Ve fay-
daları temin eden kesretle umumî ve mütedâhil, yani bir-
biri içinde cihetler vardır. Ve istifade yollarının da enva-
en türlü türlü tarikleri vardır. Meselâ, senin güzel bir bah-
çen vardır. o bahçe bir cihetten senin istifadene tahsis
edildiği gibi, diğer bir cihetten de halkı faydalandırır. Me-
selâ, o bahçenin hüsnüne, güzelliğine her bakan, bir
zevk alır, bir inşirah peyda eder; bunda bir mâni yoktur.
kezalik, insanın beş zahirî, beş bâtınî olmak üzere on
tane hassesi, yani duygusu vardır. İnsan, bu duygularıyla
sabit:
durağan, değişmeyen; is-
patlanmış.
şems:
güneş.
tahsis:
has kılma, ayırma.
tarik:
yol.
temin:
sağlamlaştırma, sağlama.
umumî:
genel.
vecih:
cihet, yön.
zahirî:
görünüşte olan; zahire, dı-
şa ait olan.
zeyd:
eski fetva metinlerinde er-
keği temsil etmek için kullanılan
isimlerden biri.
İşaratü’l-İ’caz | 389 |
i
nSan ve
k
âinaT
âlem:
dünya, cihan.
bâtınî:
içe ait, dâhilî.
beşer:
insan, insanlık.
bilhassa:
özellikle.
cihet:
yön, sebep, vesile.
daimî:
sürekli, devamlı.
düstur:
kanun, kural, esas.
ehl-i hayat:
yaşayanlar, canlı-
lar.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
farz:
var kabul etme, var say-
ma.
gareyn:
alt ve üst çene, yani
ağız.
hassa:
hisler, duygular.
hisse:
pay, nasip.
hüsün:
güzellik.
inşirah:
ferahlama, göğsün
açılıp sevinç ve huzura kavuş-
turulması, rahatlama.
intizam:
düzen, düzenlilik.
irtibat:
bağ, münasebet.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
itibar:
bakımdan, sebepten.
kesret:
çokluk.
kezalik:
keza, bu da öyle,
böylece.
mâni:
engel, mania, set.
meselâ:
örneğin.
muhkem:
sağlam, dayanıklı.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli.
muntazam:
nizamlı, intizamlı,
düzenli ve düzgün biçimde.
münakaşa:
tartışma.
müstesna:
istisna olan, kaide
dışı.
mütedâhil:
tedahül eden, bir-
biri içine geçen.
müzahemet:
zahmet, sıkıntı
verme.
nizam:
düzen, düzgünlük; kai-
de, kanun.
peyda:
meydana gelme, açığa
çıkma.