(1)
Ék
JGn
ƒr
en
G r
ºo
àæ`o
c
n
h
: Bu cümledeki
h
,
vav-ıhâliye’
dir. Ya-
ni, mâba’dinin mâkabline
hâl
olduğuna delâlet eder. de-
mek,
Ék
JGn
ƒr
en
G r
ºo
àæ`o
c
,
(2)
n
¿ho
ôo
Ør
µ`n
J
’nin failine
hâl’
dir. Hâlin,
zevilhâlin amiliyle beraber olması şarttır. Hâlbuki burada
dört cümle vardır. Bunlardan ikisi mazi, ikisi müstakbel
olduklarından, zevilhâlin amili olan
n
¿ho
ôo
Ør
µ`n
J
ile zamanca
mukarin değildir. Binaenaleyh
h
’ın hâliyeti, bir mukad-
dere işarettir. takdir-i kelâm:
(3)
Ék
JGn
ƒr
en
G r
ºo
àæ`o
c r
ºo
µ s
`fn
G n
¿ƒo
ªn
? r
©n
Jn
h
.
Bu itibarla,
n
¿ho
ôo
Ør
µ`n
J
’nin failine
(4)
n
¿ƒo
ªn
? r
©n
J
cümlesi
hâl
olur.
öteki cümleler
s
¿n
G
’ye
haber
olurlar.
Sual:
onlar, birinci ölüm ile bir hayatı bilirlerse de,
Allah’tan olduğunu bilmezler, inkâr ederler. İkinci hayat-
la Allah’a rücuu zaten inkâr ederler?
Cevap:
Cehli izale edecek deliller zahir iken o veçhile
cehil denilmemesi, belâgatin kaidelerinden biridir. Buna
binaen, birinci mevt ile birinci hayatın etvar ve ahvaline
yapılan dikkat, sânii ikrar ve tasdik etmeye icbar eder.
Ve aynı zamanda evvelki hayat ve mematın Allah’tan ol-
duğunu bilmek, ikinci bir hayatın olacağına da zihni ikna
ve icbar eder. Hâl böyle iken, cahil telâkki ettiğin o kâ-
firler, âlimler sırasına dâhildirler.
ahval:
hâller, durumlar.
âlim:
çok okumuş, bilen, bilgili,
bilgin.
amil:
sebep, etken; yapan, işle-
yen, yapıcı.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı ve
tesirli ifade; sözün güzel olmakla
beraber yerinde, hâl ve makama
uygun olması.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
cahil:
bilgisiz, bilmeyen, habersiz.
cehil:
bilgisizlik, cehalet, cahillik.
dâhil:
içine girme, sokma.
delâlet:
delil olma, gösterme; alâ-
met, işaret.
delil:
kanıt, tanık, bürhan.
etvar:
hâl ve hareketler, işler,
tarzlar, tavırlar.
evvel:
önce.
fail:
işi yapan, fiili işleyen; özne.
haber:
Arapça dil bilgisinde, isim
cümlelerinde yüklem vazifesi gö-
ren kelime veya kelime grubu.
hâl:
Arapça gramerde durum bil-
diren kelime veya cümle.
hâliyet:
durum bildirir kelime
veya cümle oluş.
icbar:
zorlama, zorla ve isteği dı-
şında yaptırma.
ikna:
bir fikri, düşünceyi aklî delil-
lerle kabul ettirme, inandırma.
ikrar:
saklamayıp açıktan söyle-
me. inancını, fikrini açığa vurma.
inkâr:
Allah’ın varlığına, birliğine
inanmama, kabul ve tasdik etme-
me.
itibar:
bakımdan, sebepten.
izale:
giderme, ortadan kaldırma.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kaide:
kural, esas, düstur.
mâba’d:
sonraki, alttaki, sonrası,
arkası.
mâkabl:
geçmişteki, geçmiş, bir
şeyin kendinden önce olan.
mazi:
geçmiş zaman.
memat:
ölüm, vefat, irtihal, ahire-
te göç etme.
mevt:
ölüm.
mukadder:
Arapça gramerde lâfız
olarak ifade edilmediği hâlde gizli
olarak kastedilen mana.
mukarin:
bitişik, yaklaşmış.
müstakbel:
gelecek zaman.
rücu:
dönme, geri dönme, vazgeç-
me.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak
yaratan Allah.
sual:
soru.
şart:
koşul.
takdir-i kelâm:
sözün hedefi,
lafzın anlatmak istediği;
maksat.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
telâkki:
kabul etme, bir gö-
rüşle bakma.
vav-ı hâliye:
Arapçada başına
geldiği cümleyi kendinden ön-
ceki fiilin özne veya nesnesi-
ne hâl yapan, onlardan birisi-
nin fiil işlenirken içinde bulun-
duğu durumunu belirten
“vav” harfi.
zahir:
açık, görünür.
zevi’l-hâl:
Arapça gramerde,
cümlede durumları belirtilen
özne veya tümleçlerdir.
zihin:
bilinç, dimağ.
1.
Hâlbuki hayatınız yoktu. (Bakara Suresi: 28.)
2.
İnkâr ediyorsunuz. (Bakara Suresi: 28.)
3.
Ölüler olduğunuzu bildiği hâlde.
4
Bildiğiniz hâlde.
B
akara
S
ureSi
| 384 | İşaratü’l-İ’caz