ispat için lâzım olan delilleri zikretmektir. Ve delillerin en
vazıhı, ahval-i beşer silsilesinden istifade edilen delillerdir
ve nimetlerin en büyüğü, o silsilenin ukde ve düğümle-
rindedir. kur’ân-ı kerîm,
(1)
n
¿ƒo
©n
Lr
ôo
J p
¬r
«n
dp
G s
º o
K r
ºo
µ«/
«r
ëo
j s
º o
K r
ºo
µ`o
à«/
ªo
j s
º o
K r
ºo
cÉn
« r
Mn
Én
a Ék
JGn
ƒr
en
G r
ºo
àæo
cn
h
olan ayet-i kerîme ile, beş düğümlü, mürettep o silsile-i
acibeye işaret etmiştir. Biz de o beş düğümü, beş mese-
lede hal ve beyan edeceğiz.
BirinciMesele
(2)
Ék
JGn
ƒr
en
G r
ºo
àæo
c
cümlesi ukdeyi, yani birinci düğümü açı-
yor. Şöyle ki:
İnsanın cesedini teşkil eden zerreler, âlemin zerratı
içinde camit, dağınık bir şekildeyken, bakarsın ki, mah-
sus bir kanunla, muayyen bir nizamla intizam altına alı-
narak,
âlem-ianasıra
gönderilir.
Âlem-i anasırda sâkit, sakin, gizli bir vaziyetteyken,
birdenbire kafile kafile, muayyen bir düsturla, yevmî bir
intizamla, bir kasıt ve hikmet altında
âlem-imevalide
in-
tikal eder.
Âlem-i mevalidde de, sükût içindeyken, birdenbire
acip, garip bir tarzla
nufteye
inkılâp eder.
sonra, müteselsil inkılâplarla
alaka
olur, sonra
mudga
olur, sonra
et,kemik
olur.
Bu inkılâpların her birisi, evvelkisine nispeten daha
mükemmelse de, lâhikına göre mevattır, yani hayatsız-
dır.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
ahval-i beşer:
beşerin hâlleri, in-
sanın durumları.
alâka:
kan pıhtısı.
âlem:
dünya, cihan.
âlem-i anasır:
unsurlar âlemi.
(toprak, hava, su, ateş.).
âlem-i mevalid:
varlıklar âlemi;
bir terkip ve birleşme ile meydana
gelen varlıklar dünyası.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın ayeti;
azamet ve şerefi olan ayet.
beyan:
anlatma, açıklama.
camit:
ruhsuz, sert, katı madde.
ceset:
vücut, beden.
delil:
kanıt, tanık, bürhan.
düstur:
kanun, kural, esas.
evvel:
önce.
garip:
tuhaf, hayret verici.
hâl:
çözme, çözüme ulaştırma.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep,
fayda.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
intikal:
bir yerden başka bir yere
geçme, yer değiştirme, göçme.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
kafile:
takım, bölük.
kasıt:
niyet, düşünce.
lâhik:
sonunda gelen, sonradan
katılan.
mesele:
konu.
mevat:
cansız şeyler.
muayyen:
belirli.
mudga:
bir çiğnem et parçası.
mürettep:
tertip olunmuş, dizil-
miş, sıralanmış.
müteselsil:
teselsül eden, birbiri-
nin ardı sıra, zincirleme giden.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
nispeten:
nispetle, kıyaslayarak.
nizam:
düzen, düzgünlük; kai-
de, kanun.
nutfe:
döl suyu, meni.
sakin:
hareket etmeyen, ha-
reketsiz olan, durgun.
sâkit:
susan, ses çıkarmayan,
sukut eden.
silsile:
seri, dizi.
silsile-i beşer:
insanlık zincir-
leme sırası.
sükût:
sessizlik.
tarz:
biçim, şekil.
teşkil:
oluşturma, şekillendir-
me.
ukde:
halledilmesi zor mese-
le, karışık ve zor iş.
vazıh:
açık, aşikâr; kolay anla-
şılır.
vaziyet:
durum.
yevmî:
günlük, gündelik, her
gün.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
zikir:
anma, bildirme.
1.
Hâlbuki sizin hayatınız yoktu; O size hayatı verdi. Sonra sizi öldürecek, sonra yine hayat
verecektir. Sonra Ona rücu edip gideceksiniz. (Bakara Suresi: 28.)
2.
Hayatınız yoktu. (Bakara Suresi: 28.)
B
akara
S
ureSi
| 376 | İşaratü’l-İ’caz