(1)
Gk
Ò/
ã`n
c
: evvelki
Gk
Ò/
ã`n
c
’den kemiyet ve adetçe çokluk
irade edilmiştir. İkinci
Gk
Ò/
ã`n
c
’den keyfiyet ve kıymetçe
çokluk kastedilmiştir. Ve aynı zamanda kur’ân’ın nev-i
beşere rahmet olduğunun sırrına işarettir.
evet, insanların az bir kısmının fazilet ve hidayetlerini
çok görmek ve göstermek, kur’ân’ın beşere karşı mer-
hametli ve lütufkâr olduğunu gösterir.
Ve keza, bir fazilet sahibi, bin faziletsize mukabildir.
Bu itibarla, fazileti taşıyan, az olsa da çok görünür.
(2)
n
Ú/
?°p
SÉn
Ø r
dG s
’p
G B/
¬p
H t
?°p
†o
j Én
en
h
: evvelki cümlede mutlak ve
müphem olarak zikredilen
Gk
Ò/
ã`n
c
’den hâsıl olan vesvese-
leri, korkuları, tereddütleri bu cümle ile şöyle defetmiştir
ki: “dalâlete gidenler, fasıklardır. dalâletlerinin menşei
de fısktır. Fıskın sebebi ise, kisbleridir. suç onlarda olup,
kur’ân’da değildir. dalâleti halk etmek, yaptıklarının ce-
zası içindir.”
Yine bilinmesi lâzımdır ki, bu cümlelerin her birisi mâ-
kablini şerh ve beyan eder; mâba’di de onu tefsir eder.
demek, her cümle mâkabline delil, mâba’dine neticedir.
İki silsile ile bunu izah edeceğiz.
1. Allah, o temsilden hayâ etmez. Çünkü o, temsili
terk etmez. Hem, o temsil beliğdir. Hem, o temsil hak-
tır. Hem, o temsil Allah’ın kelâmıdır. Bunu da, mü’min
olan kimseler bilir.
beliğ:
belâgatle anlatılan, düzgün
ve sanatlı.
beşer:
insan, insanlık.
beyan:
anlatma, açıklama.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak.
def:
ortadan kaldırma, yok etme,
giderme.
delil:
kanıt, tanık, bürhan.
evvel:
önce.
fasık:
Allah’ın emirlerine aykırı ha-
reket edip fesat çıkaran, kötülüğü
ve günah işlemeyi âdet hâline ge-
tiren.
fazilet:
kişiyi ahlâklı, iyi hareket
etmeye yönelten manevi kuvvet,
erdem.
fısk:
hak yoldan veya hak yolun-
dan çıkma, Allah’a karşı isyan et-
me.
hâsıl:
elde edilenlerin hepsi, mey-
dana gelme.
hayâ:
utanma, sıkılma.
hidayet:
doğru inanç ve yaşayış
üzere olmak.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi ya-
pıp yapmama konusunda için
olan iktidar, güç.
itibar:
bakımdan, sebepten.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile anlat-
ma.
kasıt:
niyet, düşünce.
kelâm:
söz, lâfız.
kemiyet:
az veya çok oluş.
keyfiyet:
bir şeyin nasıl olduğu,
hâl, durum, iç yüz.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kıymet:
değer.
kisb:
çalışıp, kazanma.
lütufkâr:
lütuf edici.
mâba’d:
bundan sonraki, son-
rası.
mâkabl:
geçmişteki, geçmiş,
bir şeyin kendinden önce
olan.
menşe:
esas, kaynak.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek, korumak, esirge-
mek.
mukabil:
karşılık.
mutlak:
kesin.
mü’min:
iman eden, inanan.
müphem:
mahiyeti belli değil,
belirsiz.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
rahmet:
Allah’ın kullarını esir-
gemesi, onlara maddî ve ma-
nevî nimetler vermesi.
silsile:
seri, dizi.
şerh:
açıklama, izah etme, yo-
rumlama.
tefsir:
Yorum, şerh.
temsil:
örnek, misal.
tereddüt:
kararsızlık, şüphede
kalma.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kal-
be gelen asılsız kötü ve sinsi
düşünce.
1.
Birçoğunu. (Bakara Suresi: 26.)
2.
Aslında onunla sadece fasıkları saptırır. (Bakara Suresi: 26.)
B
akara
S
ureSi
| 368 | İşaratü’l-İ’caz