Hülâsa
: Mü’min insaflı olduğu için Allah’tan olduğu-
nu tasdik eder. kâfir olan adam inatçı olduğundan,
“Bunda ne fayda var?” der.
(1)
És
en
G
: Bu
És
en
G
şart edatıdır. dâhil olduğu her iki cümle-
yi birincisi melzum, ikincisi lâzım; veya evvelkisi şart,
ötekisi meşrut olmak üzere ikincisini birinci ile bağlar.
evet, bu
És
en
G
iki cümle arasında lüzumu tesis etmek için
vaz edilmiştir. Binaenaleyh, burada
(2)
t
?n
ër
dG o
¬s
`fn
G n
¿
ƒo
ª n
?`r
©n
«n
a
cümlesinin
(3)
Gƒ o
æn
e'
G n
øj/
ò s
dn
G
cümlesine lâzım ve zarurî oldu-
ğuna delâlet eder. Yani imanı olanın şe’ni, onun hak ol-
duğunu bilmektir.
kendisinden daha kısa olan
(4)
n
¿ƒo
æp
erD
ƒo
ª r
dn
G
kelimesine be-
del
Gƒ o
æn
e'
G n
øj/
ò s
dn
G
denilmesi, onun hak olduğunu bilmek
iman sebebiyle olduğuna; ve keza, onun hak olduğunu
bilmek iman olduğuna işarettir.
Belâgat nokta-i nazarından makama daha münasip
olan
(5)
o
?«/
? n
Ñr
dG o
¬s
fn
G
cümlesine tercihen
(6)
t
?n
ër
dG o
¬s
`fn
G
denilmesi
onların itirazlarından kastettikleri son neticeye işarettir.
Çünkü onların maksatları, Allah’tan olduğunu nefyet-
mektir.
t
?n
ër
dG o
¬s
`fn
G
: Hakkaniyetin o temsile hasredilmesinden
anlaşılır ki, takbih edilmeyip istihsan edilen yalnız
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kasıt:
niyet, düşünce.
keza:
böylece, aynı şekilde.
makam:
yer, mevki.
melzum:
lüzumlu kılınmış, bir
şeyden meydana gelen, bir şeyin
icabı olan, birbirinden ayrılmama-
sı gereken.
mü’min:
iman eden, inanan.
münasip:
uygun.
nefiy:
inkâr etme, olumsuzlama.
nokta-i nazar:
görüş açısı, bakış
açısı; görüş, fikir.
şart:
koşul.
şe’n:
iş, durum, özellik, yapı.
takbih:
çirkin görme, ayıplama, kı-
nama.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
temsil:
örnek, misal.
tercihen:
tercih ederek, öncelikli
olarak.
tesis:
kurma, meydana getirme.
vaz etme:
yaratma, var etme;
koyma yerleştirme.
zarurî:
zorunlu.
bedel:
yerine, adına, namına.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı
ve tesirli ifade; sözün güzel ol-
makla beraber yerinde, hâl ve
makama uygun olması.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
dâhil:
içinde, içeri girmiş.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alâmet, işaret.
faide:
fayda.
hakkaniyet:
hak ve adalete
uygunluk, hak ve doğruluktan
ayrılmama.
hasr:
yalnız bir şeye veya ki-
şiye mahsus kılma.
hülâsa:
kısaca, sözün kısası.
iman:
inanç, itikat.
istihsan:
güzel bulma, beğen-
me.
itiraz:
direnme, karşı koyma.
1.
Ama, fakat. (Bakara Suresi: 26.)
2.
Onun hak olduğunu bilirler. (Bakara Suresi: 26.)
3.
İman edenler. (Bakara Suresi: 26.)
4.
Mü’minler.
5.
O beliğdir.
6.
O haktır. (Bakara Suresi: 26.)
İşaratü’l-İ’caz | 365 |
k
ur
’
ân
’
ın
i
fadeSindeki
i’
caz