Maahaza, yüksek hissiyat ile güzel ahlâkın neşvüne-
ması, ancak mücahede ve içtihatla olur. evet, sağ el dai-
ma çalıştığı için, sol elden daha kuvvetlidir. Ve bir hükû-
met, mücahede ettikçe, cesareti artar, terk ettiği zaman
cesareti azalır ve binnetice cesaret de hükûmet de söner,
mahvolur.
Ve keza, her şeyin ve her işin tekâmülü, zıtlarının mu-
kabele ve rekabet etmeleriyle olur. Meselâ, hidayetin te-
kâmülüne dalâlet yardım ettiği gibi, imanın tekâmülüne
de küfür yardım eder. Çünkü, küfür ve dalâletin ne dere-
ce pis ve zararlı olduklarını gören bir mü’minin imanı ve
hidayeti birden bine çıkar. Bu iki cihet, teklifin eser ve
semeresidir. Ve bu iki cihet itibarıyla, teklif saadet-i
nev’iyenin yegâne amilidir.
(1)
n
Ú/
?°n
SÉn
Ør
dG s
’p
G =/
¬p
H t
?°p
†o
j Én
en
h
Bucümleninmâkabliylemünasebeti:
evet, kur’ân-ı kerîm,
(2)
Gk
Ò/
ã`n
c /
¬p
H t
?°p
†o
j
cümlesinde dalâ-
lete atılanlar kimler olduğunu beyan etmeyip, müphem
bıraktığından, sâmi korktu. “Acaba o dalâlete atılanlar
kimlerdir? sebep nedir? kur’ân’ın nurundan zulmet na-
sıl geliyor?” diye sorduğu bu üç sual şu cümle ile cevap-
landırılmıştır ki: “onlar, fasıklardır. dalâlete atılmaları,
fısklarının cezasıdır. Fısk sebebiyle, fasıklar hakkında,
nur nâra, ziya zulmete inkılâp eder.” evet, şemsin ziya-
sıyla pis maddeler taaffün eder, kokar, berbat olur.
dan kalkma, batma.
mâkabl:
geçmişteki, geçmiş, bir
şeyin kendinden önce olan.
meselâ:
örneğin.
mukabele:
karşılama, karşı gel-
me.
mücahede:
savaşma, mücadele,
uğraşma, çaba, gayret.
mü’min:
iman eden, inanan.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
müphem:
mahiyeti belli değil, be-
lirsiz.
nâr:
ateş; cehennem.
neşvünema:
yayılıp gelişme, bü-
yüyüp gelişme; büyüme, boy at-
ma, yetişme, gelişme.
rekabet:
rakip olma hâli, birbirini
çekememe.
sâmi:
işiten, duyan.
semere:
meyve, güzel netice.
sual:
soru.
şems:
güneş.
taaffün:
kokma, kokuşma.
tekâmül:
kemal bulma, kemale
erme, olgunlaşma.
teklif:
Allah’ın, insanları emir ve
yasaklarına uygun hareket et-
mekle vazifelendirmesi.
yegâne:
biricik, tek, yalnız.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
zulmet:
karanlık, Allah’ın nurun-
dan mahrum olma hâli.
amil:
sebep, etken.
berbat:
fena, kötü.
beyan:
anlatma, açıklama.
binnetice:
neticede, netice
olarak.
cihet:
yön, sebep, vesile.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak.
eser:
tesir, etki.
fasık:
Allah’ın emirlerine aykırı
hareket edip fesat çıkaran, kö-
tülüğü ve günah işlemeyi âdet
hâline getiren.
fısk:
hak yoldan veya hak yo-
lundan çıkma, Allah’a karşı is-
yan etme.
hidayet:
doğru inanç ve yaşa-
yış üzere olmak.
hissiyat:
hisler, duygular.
içtihat:
din âlimlerinin şer’î
esaslar dâhilinde Kur’ân ve
sünnete uygun şekilde bir ko-
nuda fikir ortaya koymaları,
hüküm vermeleri.
iman:
inanç, itikat.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
keza:
böylece, aynı şekilde.
küfür:
Allah’ın varlığına, birli-
ğine inanmama, müşriklik,
imansızlık.
maahaza:
bununla birlikte,
böyle olmakla beraber.
mahvolma:
yok olma, orta-
1.
Aslında Allah bu misalle sadece fasıkları saptırır. (Bakara Suresi: 26.)
2.
Onunla çoklarını dalâlete atar. (Bakara Suresi: 26.)
İşaratü’l-İ’caz | 357 |
k
ur
’
ân
’
ın
i
fadeSindeki
i’
caz