3. Adî temsillerde bir beis yoktur; terbiye ve irşat öy-
le ister.
4. İnayet-i İlâhiyenin iktizası üzerine, hakaik temsilât-
la tasvir edilir.
5. rububiyet ve terbiyenin iktizasına binaen, insanları
kendi aralarında cereyan eden muhavereleri, üslûpları,
şiveleriyle irşat etmek lâzımdır.
6. Hikmet ve nizamın iktizası üzerine, Cenab-ı Hakkın
insanlarla konuşması zarurîdir.
Hül âsa
: Cenab-ı Hak, insanlara cüz-i ihtiyârî ver-
mekle, onları âlem-i ef’ale mastar yaptı. o âlem-i ef’ali
bir nizam altına almak üzere kelâmını, yani kur’ân’ını da
o âlem-i ef’ale gönderdi. Binaenaleyh, tanzif ve tanzim
için yapılan İlâhî bir program, itirazlara mahal olamaz.
(1)
r
ºp
¡u
Hn
Q r
øp
e t
?n
?r
G o
¬s
`fn
G n
¿ƒ o
ªn
?r
©n
«n
a Gƒ o
æn
e'
G n
øj/
òs
dG És
en
Én
a
Bucümleyievvelkicümleilebağlayanalâkayage-
lince:
evvelki cümledeki hükmü ispat için bu cümle, bir deli-
lin yolunu gösteriyor ve zihne gelen vehimleri de defedi-
yor. Şöyle ki:
Her kim inayet-i ezeliye ile rububiyet-i İlâhiyeyi göz
önüne getirip Allah canibinden kudretin azameti altında
bakarsa,
bauda
ve emsaliyle getirilen temsillerin belâgat
kanunlarına muvafık ve Cenab-ı Hak’tan hak olduğunu
kında verilen karar.
hülâsa:
özet.
iktiza:
gerek, lüzum.
İlâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı Hakka
dair.
inayet-i ezeliye:
zaman ve me-
kânla sınırlı olmayan Cenab-ı Hak-
kın yardımı, inayeti.
inayet-i İlâhiye:
Allah’ın yardımı.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaflet-
ten uyandırma.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
itiraz:
direnme, karşı koyma.
kelâm:
söz, lâfız.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
mahal:
yer.
mastar:
bir şeyin çıktığı yer, kay-
nak, temel.
muhavere:
konuşma, sohbet et-
me.
muvafık:
yerinde, uygun, uyar,
münasip.
nizam:
düzen, düzgünlük; kaide,
kanun.
resul:
elçi, Allah’ın elçisi, haberci,
peygamber.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın her za-
man, her yerde, her mahlûka
muhtaç olduğu şeyleri vermesi,
onu terbiye etmesi ve idaresi al-
tında bulundurma vasfı.
rububiyet-i İlâhîye:
Allah’ın terbi-
ye ediciliği.
şive:
söyleyiş, telâffuz.
tanzif:
temizleme.
tanzim:
düzenleme, sıralama, ter-
tipleme.
tasvir:
betimleme, başka bir ifade
ile anlatma.
temsil:
örnek, misal.
temsilât:
temsiller, örnekler.
terbiye:
besleyip büyütme, yetiş-
tirme, eğitme.
üslûp:
tarz, yol, biçim, usul, stil.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve esas-
sız düşünce.
zarurî:
mecburî, zorunlu, ister is-
temez.
adî:
sıradan, her zamanki.
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
âlem-i ef’al:
fiiller âlemi,
ameller âlemi.
azamet:
büyüklük, ululuk, yü-
celik.
bauda:
sivrisinek.
beis:
sakınca, mahzur.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı
ve tesirli ifade; sözün güzel ol-
makla beraber yerinde, hâl ve
makama uygun olması.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
canip:
yan, yön, cihet, taraf.
cenab-ı Hak:
Allah; doğru,
gerçek, Hakkın tâ kendisi olan,
şeref ve azamet sahibi yüce
Allah.
cereyan:
olma, meydana gel-
me.
cüz-i ihtiyârî:
Cenab-ı Hak ta-
rafından insana verilen arzu
serbestliği; dilediği gibi hare-
ket edebilme kuvveti; cüz’î
irade.
def:
kovma, uzaklaştırma.
delil:
kanıt, tanık, bürhan.
emsal:
benzerler.
evvel:
önce.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep.
hüküm:
emir, bir konu hak-
1.
İman edenler, onun Rablerinden gelen hak olduğunu bilirler. (Bakara Suresi: 26.)
İşaratü’l-İ’caz | 351 |
k
ur
’
ân
’
ın
i
fadeSindeki
i’
caz