musallat kılmıştır. Ve ibadetleri de o kadar çirkindir ki,
p
äƒo
Ñ`n
µ` r
æn
© r
dG o
è°r
ùn
f
ile, yani
örümceğinağıyla
tabir edil-
miştir.
üçüncümugalâta
: onlar diyorlar ki: “Hakikati izhar
etmekte, aczi ima eden bu gibi temsilâta ne ihtiyaç var-
dır?”
El cevap
: kur’ân’ı inzal etmekten maksat, cumhur-i
nâsı irşat etmektir. Cumhur ise avamdır. Avam-ı nâs,
çıplak olan hakaikı göremez, ülfet peyda etmedikleri ak-
liyat-ı mahzayı ve mücerredatı fehimleri alamaz. Bunun
için, Cenab-ı Hak, lütuf ve ihsanıyla, hakikatleri onların
ülfet ettikleri bir libasla, bir şive ile göstermiştir ki, tevah-
huş edip ürkmesinler. Bu bahis, müteşabihat bahsinde
geçmiştir.
Buayetincümleleriarasındairtibatagelelim:
evet,
(1)
Én
¡n
br
ƒn
a Én
ªn
a k
á°n
Vƒo
©n
H Én
e k
Ón
ãn
e n
Üp
ör
†n
j r
¿n
G »/
«r
ën
à°r
ùn
j n
’%G s
¿
p
G
cümlesi onların irad ettikleri aşağıdaki müteselsil itirazla-
rı reddediyor.
1. Allah’ın beşerle konuşmasında ve onlara kahır ve
itap etmekte ve onlardan şikâyet etmekte ne hikmet var-
dır? Hâlbuki, bu gibi şeylerden anlaşılır ki, âlemde insa-
nın da başka bir tasarrufu, bir tesiri vardır.
2. İnsanlar arasında cereyan eden konuşmalar gibi
temsillerin getirilmesi. zira, bu, kur’ân’ın beşer kelâmı
olduğuna alâmettir.
irad:
getirme, söyleme.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaflet-
ten uyandırma.
irtibat:
bağ, münasebet.
itap:
azarlama, rencide etme.
itiraz:
direnme, karşı koyma.
izhar:
gösterme, açığa vurma.
kahır:
büyük eziyet, cefa, zulüm.
kelâm:
söz, konuşma.
libas:
kıyafet, giysi.
lütuf:
güzellik, hoşluk, iyilik, ihsan.
maksat:
kastedilen şey; gaye.
mugalâta:
delilsiz veya uydurma
delillere dayandırılan münakaşa.
musallat:
fazlasıyla üzerine giden,
rahatsız eden, aşırı derecede sata-
şan, sık sık rahatsızlık veren.
mücerredat:
soyut kavramlar.
müteselsil:
teselsül eden, birbiri-
nin ardından gelen, zincirleme gi-
den, zincirleme.
müteşabihat:
Kur’ân-ı Kerîm’in
manası açık olmayan ayetleri,
müteşabih ayetler, mecazî mana-
ya elverişli ayetler.
peyda:
kurma, sağlama.
şive:
söyleyiş, telâffuz.
tabir:
demek, ifade etmek.
tasarruf:
idare, kullanım.
temsil:
örnek, misal.
temsilât:
temsiller, örnekler.
tevahhuş:
yalnızlaşma, vahşileş-
me, yabancılaşma.
ülfet:
alışma, kaynaşma, dostluk.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
akliyat-ı mahza:
sadece akıl
yolu ile bulunabilen, tutarlı,
mantıklı düşünce ve fikirler.
alâmet:
belirti, işaret, iz.
âlem:
dünya, cihan.
avam:
halkın büyük kısmı,
umum, herkes; “havas”ın zıd-
dı.
avam-ı nâs:
insanların ilmî, ir-
fanı kıt, okuma yazması az,
fikren zayıf olanları.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
bahis:
konu.
beşer:
insan, insanlık.
cereyan:
olma, meydana gel-
me.
cumhur:
halk, ahali, umum
topluluk.
cumhur-i nâs:
insanların ço-
ğunluğu.
fehim:
zeki, anlayışlı, akıllı,
kavrayışlı.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakikat:
gerçek, doğru.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep.
ihsan:
bağışlama, ikram etme,
lütuf.
ima:
dolaylı, üstü kapalı ifade
etme.
inzal:
Allah’ın emirlerinin pey-
gamberlere indirilmesi.
1.
Şüphesiz ki Allah sivrisinekle veya ondan daha küçüğüyle misal vermekten çekinmez. (Ba-
kara Suresi: 26.)
İşaratü’l-İ’caz | 349 |
k
ur
’
ân
’
ın
i
fadeSindeki
i’
caz