Arkadaş!
Acele etme, burada bir parça durmak icap eder. on-
ların pek vâhî ve zayıf şüpheleri vardır. Bu şüpheler, mü-
teselsil bazı vehimlerden neş’et etmiştir. o vehimler de,
bazı mugalâtalardan husule gelmişlerdir. onların,
kur’ân’ın kemalini tenzil etmek için, kur’ân’ın temsille-
rini insanların temsillerine kıyas etmeleri, “kıyas-ı maal-
fârık”tır; aralarında dünyalar kadar fark vardır.
onları mugalâta ile bu kıyasa sevk eden noktalar:
1. onlar, her şeye me’lûflarına baktıkları nazarla bakı-
yorlar.
2. onlar, insanın zihninin, fikrinin, lisanının, sem’inin
cüz’î olduklarını ve cüz’î olduklarından, kasten ve bizzat
iki şeye beraber taallûk edemediklerini nazara almış-
lardır.
3. Himmetin yüksek ve alçak kısımlarını tefrik eden
mikyasın, iştigal ve ihtimamdan ibaret olduğunu düşün-
müşlerdir. Yani, yüksek şeylere ihtimam edenin himme-
ti yüksektir, alçak işlerde iştigal edenin himmeti alçaktır.
4. kıymet ve azametin, himmet nispetinde olduğunu
zannetmişlerdir. Hatta küçük veya alçak bir şeyi, yüksek
ve büyük şahıslara isnat etmezler. güya azîm insanlar,
kıymeti olmayan şeylere tenezzül etmezler; ve zayıf,
küçük bir şey, o büyük himmet ve azameti tahammül
edemez.
olma.
tahammül:
yüklenme, yüke kat-
lanma.
tefrik:
birbirinden ayırma, ayrı
tutma.
temsil:
örnek, misal.
tenezzül:
kendine aykırı düşen bir
işi veya durumu kabul etme, al-
çalma.
tenzil:
kıymetten düşürme, değe-
rini indirme.
vâhî:
boş, faydasız, zararsız,
ehemmiyetsiz şey.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve esas-
sız düşünce.
zaif:
zayıf.
İşaratü’l-İ’caz | 343 |
k
ur
’
ân
’
ın
i
fadeSindeki
i’
caz
azamet:
büyüklük, ululuk, yü-
celik.
azîm:
büyük.
bizzat:
kendisi, şahsen.
cüz’î:
küçük, az.
güya:
sanki.
himmet:
çalışma, çabalama,
gayret gösterme, emek sarf
etme.
husul:
hâsıl olma, meydana
gelme, peyda olma.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan.
icap:
gerekme hâli, gerekli ol-
ma.
ihtimam:
dikkat ve özen gös-
terme.
isnat:
dayanma, dayandırma.
iştigal:
bir işle uğraşma, meş-
gul olma.
kasten:
bile bile, isteyerek,
kasıtlı olarak.
kemal:
olgunluk, fazilet.
kıyas:
karşılaştırma, bir şeyi
başka bir şeye benzeterek
hüküm verme.
kıyas-ı maalfârık:
birbirine
benzemeyen şeyler arasında
yapılan geçersiz kıyas.
kıymet:
değer.
lisan:
dil.
me’lûf:
alışılmış, ülfet edilmiş.
mikyas:
nispet, derece, ölçü.
mugalâta:
safsata, ağız kala-
balığı.
müteselsil:
teselsül eden, bir-
birinin ardı sıra, zincirleme gi-
den.
nazar:
bakış.; dikkat.
neş’et:
meydana gelme, oluş-
ma, çıkma.
nispet:
oran, ölçü.
sem’:
işitme.
sevk:
yöneltme, gönderme.
taallûk:
alâkalı, münasebetli