tasdik eder. Fakat, her kim nefsinin emri altında mümki-
natı nazara alarak bakarsa, şüphesiz vehimler onu hava-
landırır, dalâletin bataklığına atar.
Bu iki taife insanların meseli, iki şahsın meseline ben-
zer ki: onlardan birisi yukarıya, diğeri aşağıya gider. Her
ikisi de pek çok su arklarını görürler. Yukarıya giden şa-
hıs, doğru çeşmenin başına gider, suyun menbaını bulur;
tatlı, temiz bir su olduğunu anlar. sonra o çeşmeden te-
şaub edip dağılan bütün arkların temiz ve tatlı oldukları-
na hükmeder ve hangi arka tesadüf ederse, tatlı ve temiz
olduğunda tereddüt etmez. İşte bu itibarla, kendisine ve-
himler tasallut etmezler. Aşağıya giden öteki şahıs ise,
arklara bakar. suyun menbaını göremediğinden, her
rast geldiği ark suyunun tatlı olup olmadığını anlamak
için delilleri, emareleri aramaya mecbur olur. Bundan
dolayı vehimlere maruz kalır. edna bir vehim o kafasızı
yoldan çıkarır.
Yahut, o iki taifenin misali, ellerinde bir âyine bulunan
iki şahsın misaline benzer ki; birisi âyinenin şeffaf yüzü-
ne bakar, içinde kendisini gördüğü gibi çok şeyleri de
görebilir, öteki adam ise âyinenin renkli yüzüne bakar,
bir şey anlayamaz.
Hül â sa
: Allah’ın sun’una, ef’aline, kelâmına, temsilâ-
tına, üslûplarına, inayet ve rububiyetini mülâhaza etmek-
le beraber, Allah’ın canibinden bakmak lâzımdır. Bu ba-
kış da ancak nur-i imanla olur. Bu itibarla, vehimler olsa
bile, ancak örümcek ağının kıymet ve kuvvetinde olur.
âyine:
ayna.
canip:
yan, yön, cihet, taraf.
dalâlet:
azgınlık, sapıklık.
delil:
kanıt, tanık, bürhan.
edna:
en açağı, en basit, en kü-
çük.
ef’al:
fiiller, işler.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
hüküm:
karar vermek, öyle oldu-
ğuna inanmak.
hülâsa:
kısaca, özet.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
itibar:
bakımdan, sebepten.
kelâm:
İlâhî söz.
kıymet:
değer.
B
akara
S
ureSi
| 352 | İşaratü’l-İ’caz
maruz:
uğramak, etkilenmek.
menba:
kaynak.
mesel:
örnek, benzer, numu-
ne.
misal:
benzer, örnek.
mülâhaza:
dikkatle ve tefer-
ruatıyla, inceden inceye dü-
şünme.
mümkinat:
yaratılanlar,
mümkün olanlar, imkân dâhi-
lindekiler, olabilir şeyler.
nazar:
dikkat.
nefis:
kötü vasıfları kendisin-
de toplayan hayırlı işlerden
alıkoyan güç.
nur-i iman:
iman nuru, Al-
lah’ın varlığına, yaratıcılığına
inanmadaki gönül, kalb ve fi-
kir aydınlığı.
rububiyet:
Cenab-ı Hakkın
her zaman, her yerde, her
mahlûka muhtaç olduğu şey-
leri vermesi, onu terbiye et-
mesi ve idaresi altında bulun-
durma vasfı.
sun:
iş, eser.
şeffaf:
saydam.
taife:
takım, güruh.
tasallut:
son derece rahatsız
etme, musallat olma.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
temsilât:
temsiller, örnekler.
tereddüt:
kararsızlık, şüphede
kalma.
tesadüf:
rast gelme.
teşaub:
şubelenme, şubelere
ayrılma.
üslûp:
tarz, yol, biçim, usul,
stil.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve
esassız düşünce.