3. kelâmın arkasında, üslûpların arasında insanın tim-
sali görünür.
4. Hakaik, temsilâtla tasvir ediliyor. Bu ise, hakikati iz-
har etmekten âciz olduğuna delâlet eder.
5. getirilen temsiller, adî temsillerdir. Bu ise, mütekel-
limin zihni inhisar altında olduğuna emaredir.
6. Hakir ve kıymetsiz şeylerden temsiller getiriliyor.
Bu da mütekellimin zayıf olduğuna delildir.
7. getirilen temsillere mecburiyet olmadığından, terki
zikrinden evlâdır.
8. Bilhassa, ehl-i izzetin hayâ ederek tenezzül etme-
dikleri şeylerden temsil getirilmiştir.
kur’ân-ı kerîm, bu itiraz silsilesini,
(1)
...Én
e k
Ón
ãn
e n
Üp
ör
†n
j r
¿n
G »/
«r
ën
à°r
ùn
j n
’ %G s
¿
p
G
(ilâahir) cümlesiy-
le, bir darbede kırmış ve yıkmıştır.
1. eşyanın iç yüzleri yüksek ve şeffaf olduğundan, bu
yüzlerden bahsetmek azamet ve celâle münafi olmadığı
gibi; ulûhiyetin iktizası üzerine, dış yüzleri çirkin görünen-
lerin bahsedilmekten, zikredilmekten hariç tutulmaları,
ulûhiyet kanununa muhaliftir. Çünkü bir hâkim, teb’asın-
dan Çingeneleri hukuk-i medeniyeden ihraç etmez.
2. Belâgat ve hikmetin iktizası üzerine, hakir manaları
ifade için hakir temsillerin zikrinde bir muhalefet yoktur.
adî:
sıradan, her zamanki.
azamet:
büyüklük, ululuk, yüce-
lik.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı ve
tesirli ifade; sözün güzel olmakla
beraber yerinde, hâl ve makama
uygun olması.
bilhassa:
özellikle.
celâl:
sonsuz büyüklük, haşmet,
ululuk, yücelik.
darbe:
vuruş, vurma, çarpma.
delâlet:
delil olma, gösterme; alâ-
met, işaret.
delil:
kanıt, tanık, bürhan.
ehl-i izzet:
izzetli, değerli olanlar,
şeref sahipleri.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
evlâ:
daha uygun, daha lâyık, da-
ha iyi.
hakaik:
hakikatler, doğrular, ger-
çekler.
hakikat:
gerçek, doğru.
hâkim:
memleketi idare eden,
hükümdar.
hakir:
itibarsız, değersiz.
hariç:
dışında.
hayâ:
Allah korkusu ile günahtan
kaçınma.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep.
hukuk-i medeniye:
medenî hu-
kuk.
ihraç:
dışarı çıkarma, atma.
iktiza:
gerek, lüzum.
ilâahir:
sona kadar, sonuna kadar.
inhisar:
yalnız bir şeye ait kılma,
tekelleşme.
itiraz:
direnme, karşı koyma.
kelâm:
söz, lâfız.
kıymet:
değer.
mana:
anlam.
mecburiyet:
mecbur olma,
zarurîlik durumu, zorunluluk.
muhalefet:
uygun olmama,
ayrılık; zıtlık.
muhalif:
zıt, aykırı.
münafi:
zıt, aykırı.
mütekellim:
söyleyen, konu-
şan, birinci şahıs.
silsile:
seri, dizi.
şeffaf:
saydam.
tasvir:
betimleme, başka bir
ifade ile anlatma.
tebaa:
uyruk, bir devletin ida-
resi altında bulunanlar.
temsil:
örnek, misal.
temsilât:
temsiller, örnekler.
tenezzül:
kendine aykırı dü-
şen bir işi veya durumu kabul
etme, alçalma.
timsal:
resim, suret, şekil.
ulûhiyet:
ilâhlık, Allah’ın hâki-
miyeti ile kâinattaki her şeyi
kendisine ibadet ve itaat ettir-
mesi.
üslûp:
tarz, yol, biçim, usul,
stil.
zihin:
hafıza, bellek.
zikir:
anma, bildirme.
1.
Şüphesiz ki Allah sivrisinekle veya ondan daha küçüğüyle misal vermekten çekinmez. (Ba-
kara Suresi: 26.)
B
akara
S
ureSi
| 350 | İşaratü’l-İ’caz