işaret içindir ki, evvelki cümlede mezkûr
(1)
n
¿ƒo
ªn
?r
©n
j
’ye
mutabakat için, burada
(2)
n
¿ƒo
ªn
?r
©n
j n
’
’nin zikri lâzım iken,
(3)
k
Ón
ãn
e Gn
ò'
¡p
H *G n
OGn
Qn
G B Gn
PÉn
e
(ilâahir) denilmiştir.
(4)
Gk
Ò/
ã`n
c /
¬p
H i/
ór
¡n
jn
h Gk
Ò/
ã`n
c /
¬p
H t
?°p
† o
j
: Bu cümle, onların tem-
silâtının sebebini, ille-i gaiyesini anlamak üzere,
(5)
B Gn
PÉn
e
ile
yaptıkları istifhama cevaptır. Fakat, kur’ân-ı kerîm, usul
ittihaz ettiği icaz ve ihtisara binaen, temsilâtın akıbetini,
yani temsilâta terettüp eden dalâlet ve hidayeti, ille-i gai-
ye menzilesinde göstermiştir.
evet, dalâlet ve hidayet, temsilâta illet olamaz. eğer il-
let olsa cebir olur. Ancak, temsilâtın sebep ve ille-i gaiye-
si, cumhur-i avamı ikaz ve irşattır. sanki onlar, “niçin
böyle oldu? niçin i’caz bedihî olmadı? niçin Allah’ın ke-
lâmı olduğu zarurî olmadı? niçin bu temsilât yüzünden
vehimlere meydan verildi?” diye birçok sualleri ortaya çı-
kardılar. kur’ân-ı kerîm,
Gk
Ò/
ã`n
c /
¬p
H i/
ór
¡n
jn
h Gk
Ò/
ã`n
c /
¬p
H t
?°p
†o
j
cümlesiyle o sual kümesini dağıttı. Şöyle ki:
o temsilâtı nur-i iman ile tefekkür edenin nur-i imanı
inkişaf eder, kuvvet bulur; küfür zulmetiyle ve tenkit hır-
sıyla bakanın da zulmeti ziyadeleşir ve gözü kör olur.
Çünkü, nazarîdir, bedihî değildir.
evet, bu temsilât, temiz ve yüksek ruhları, mülevves ve
alçak ruhlardan tefrik içindir. Bu da, yüksek istidatları
neşvünemalandırmakla pis istidatlardan temyiz içindir.
akıbet:
nihayet, son.
bedihî:
delil ve ispata muhtaç ola-
mayacak derecede açık ve ortada
olan, aşikâr.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
cebir:
zor, zorlama, baskı yapma.
cumhur-i avam:
avamın cumhu-
ru, halkın çoğunluğu.
dalâlet:
azgınlık, sapıklık.
evvel:
önce.
hırs:
aşırı istek, şiddetli arzu, fazla
isteme.
hidayet:
doğru inanç ve yaşayış
üzere olmak.
icaz:
az sözle çok mana ifade et-
me.
i’caz:
mu’cizelik, insanların benze-
rini yapmaktan âciz kaldıkları şe-
yi yapmak.
ihtisar:
kısaltma, özetleme.
ikaz:
uyarı.
ilâahir:
sona kadar, sonuna kadar.
ille-i gaiye:
gerçekleştirilmesi,
meydana gelmesi için çaba harca-
nan şey, amaç, ideal.
illet:
sebep.
inkişaf:
ortaya çıkma, gelişme.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaflet-
ten uyandırma.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istifham:
zihni işgal eden soru.
ittihaz:
edinme, kabul etme.
kelâm:
söz, lâfız.
küfür:
imansızlık, dinsizlik.
menzile:
mertebe.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
mutabakat:
uyum.
mülevves:
kirli, pis; karışık, dü-
zensiz.
nazarî:
nazar ile ilgili, bakışla ilgili.
neşvünema:
yayılıp gelişme, bü-
yüyüp gelişme; büyüme, boy at-
ma, yetişme, gelişme.
nur-i iman:
iman nuru, Allah’ın
varlığına, yaratıcılığına inanmada-
ki gönül, kalb ve fikir aydınlığı.
sual:
soru.
tefekkür:
derin düşünme; eşya-
nın hakikatini, yaratıcının sırlarını
kavramak ve ibret almak için zih-
nen ve kalben düşünme.
tefrik:
birbirinden ayırma,
seçme, ayırdetme, ayrı tutma.
temsilât:
temsiller, örnekler.
temyiz:
inceleyip seçme, ayır-
detme.
tenkit:
eleştirme.
terettüp:
sıralanma, sırasında
olma, sırası gelme.
usul:
metot, düzen.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve
esassız düşünce.
zarurî:
mecburî, zorunlu, ister
istemez.
zikir:
anma, bildirme.
ziyade:
Artma, çoğalma.
zulmet:
karanlık, Allah’ın nu-
rundan mahrum olma hâli.
1.
Bilirler. (Bakara Suresi: 26.)
2.
Bilmezler.
3.
Allah bu gibi hakir misalle neyi kastetmiştir? (Bakara Suresi: 26.)
4.
Allah, bu misalle birçoğunu saptırır, birçoğunu da onunla doğru yola iletir. (Bakara Suresi:
26.)
5.
Neyi? (Bakara Suresi: 26.)
B
akara
S
ureSi
| 354 | İşaratü’l-İ’caz