İşaratü'l İ'caz - page 346

taraf heba gibi havaya kalkar; güneş, sinek, zerre, bu hu-
susta hepsi de birdir.
Hülâsa
: zerre gibi küçük şeyler veya adî fiiller, Hâ-
lık’ın halkıyla vücuda geldikleri için, onun daire-i ilminde
dâhil oldukları bedihîdir. Bu itibarla, onlardan bahset-
mekte, bilbedahe, müşâhhat (münakaşa etmek) yoktur.
kur’ân-ı kerîm,
(1)
o
Ò/
Ñn
îr
dG o
?«/
£s
?dG n
ƒo
gn
h n
?n
?n
N r
øn
e o
ºn
?`r
©n
j n
’n
G
aye-
tiyle bu sırra işaret etmiştir. Yani,
halkedenHâlık,mah-
lûkunubilmezmi?Vebilmemesininimkânıvarmı?Öy-
leise,mahlûkundanniçinbahsetmesinveniçinmahlû-
kuylakonuşmasın?
İkincimugalâta
: onlar, “kur’ân’ın üslûpları ve şive-
si altında bir insanın timsali görünür,” diyorlar. “Çünkü,
kur’ân’da bahsedilen adî işler ve hakir şeyler, insanların
arasında yapılan muhavere ve konuşmalar gibidir.”
Bu cahil herifler bilmezler mi ki, söylenilen bir kelâm,
bir cihetten mütekellimine bakarsa, birkaç cihetten mu-
hatabına bakar. Çünkü, muhatabın ahvalini nazara al-
mak lâzımdır ki, söylenilen söz o ahvalin iktizası üzerine
söylensin. Binaenaleyh, kur’ân’ın muhatabı beşerdir.
kur’ân’ın maksadı da tefhimdir, yani beşerin bilmediği
şeyleri bildirmektir. Buna binaendir ki, belâgatin iktizası
üzerine kur’ân, beşerin hissiyatıyla memzuç olan üslûp-
larını giyer ve şivesiyle söyler ki, beşerin fehmi söyleni-
len sözden tevahhuş edip ürkmesin. evet, yüksek bir in-
san, bir çocukla konuştuğu zaman çocukların şivesiyle
adî:
sıradan, her zamanki.
ahval:
hâller, durumlar.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
bahis:
konu.
bedihî:
delilsiz, açık olan, besbelli,
aşikâr.
belâgat:
söz ve yazıda sanatlı ve
tesirli ifade; sözün güzel olmakla
beraber yerinde, hâl ve makama
uygun olması.
beşer:
insan, insanlık.
bilbedahe:
açıktan, aşikâr olarak.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
binaenaleyh:
bundan dolayı, bu-
nun üzerine.
cahil:
bilgisiz, bilmeyen, habersiz.
cihet:
yan, yön, taraf.
dâhil:
içinde, içeri girmiş.
daire-i ilim:
ilim dairesi.
fehim:
anlama, anlayış, kavrayış.
fiil:
iş, hareket.
hakir:
aşağı, adî, itibarsız.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
halk:
yaratma, yoktan var etme.
heba:
ince toz.
hissiyat:
hisler, duygular.
husus:
mevzu, konu.
hülâsa:
kısaca, özet.
iktiza:
gerek, lüzum.
itibar:
bakımdan, sebepten.
kelâm:
söz, konuşma.
mahlûk:
yaratık, Allah tarafın-
dan yaratılmış olan.
memzuç:
bitişik, karışık, karış-
mış, birbirine mezcolmuş.
mugalâta:
delilsiz veya uy-
durma delillere dayandırılan
münakaşa.
muhatap:
kendisine hitap
olunan, söz söylenilen kimse.
muhavere:
konuşma, sohbet
etme.
münakaşa:
tartışma.
müşahhat:
kavga etme, niza,
çekişme.
mütekellimîn:
konuşanlar.
nazar:
bakış, dikkat.
sır:
gizli mana, çıkan anlam.
şive:
söyleyiş, telâffuz; tarz,
tavır, üslûp.
tefhim:
bildirmek, bildirilme,
tebliğ.
tevahhuş:
korkulu bir şekilde
emin olmayarak bakma.
timsal:
resim, suret, şekil.
üslûp:
tarz, yol, biçim, usul,
stil.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
1.
Mülk Suresi: 14.
B
akara
S
ureSi
| 346 | İşaratü’l-İ’caz
1...,336,337,338,339,340,341,342,343,344,345 347,348,349,350,351,352,353,354,355,356,...576
Powered by FlippingBook