Birincisi
: rızıktan maksat, amel-i salihdir. Yani, “Bu
dâr-ı dünyada rızık olarak bize nasip kılınan, amel-i salih;
yani şimdi yediğimiz rızıklar, dünyada yaptığımız amel-i
salihin neticesidir.” Yani, amel ile ceza arasında o kadar
ittisal (bağlılık) vardır ki, sanki dünyadaki amel, ahirette
tecessüm edip sevap kesilmiştir. onların sevinçleri bu
noktadan hâsıl olmuştur.
İkincisi
: rızıktan maksat, dünyanın taam ve yemekle-
ridir. Yani “dünyada rızık olarak bize verilen taamlar,
bunlardır. Amma zevkleri, tatları arasında dağlar kadar
fark vardır.” İşte, onların istiğrapları bu noktadandır.
üçüncüsü
: Bu semereler, biraz evvel yediğimiz seme-
reler gibidir; amma suretleri bir, manaları, tatları ayrıdır.
demek, sureten, şeklen bir olduklarından, ülfet lezzetini
veriyor; tatlarının ayrı olmasıyla da teceddüt lezzeti hâsıl
oluyor. İşte sevinçleri bu noktadandır.
Dördüncüsü
: Hemen şimdi yediğimiz meyveler, bu
dallardaki meyvelerdir. demek, bir meyve koparıldığı za-
man, yeri boş kalmıyor, derhal yerine bir meyve peydâ
olur. İşte bundandır ki, cennetin meyvelerinde noksani-
yet olmuyor.
(1)
Ék
¡p
HÉn
°ûn
ào
e /
¬p
H Gƒo
Jo
Gn
h
: Bu cümle, itiraziyedir. Yani, yeni bir
hükmü ifade etmek için zikrine lüzum olmadığı hâlde,
(2)
o
?r
Ñn
b øp
e Én
ær
bp
Ro
Q i/
òs
dG Gn
ò'
g
cümlesindeki hükmü tasdik ve il-
letini beyan etmek üzere, evvelki cümleye bir zeyil ve bir
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
amel:
fiil, iş, emek.
amel-i salih:
Allah rızasına uygun
hayırlı iş, dine uygun hareket,
davranış.
amma:
ama, lâkin, ancak.
beyan:
anlatma, açıklama.
dâr-ı dünya:
dünya kapısı, dünya.
evvel:
önce.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya çık-
ma.
hüküm:
emir, bir konu hakkında
verilen karar.
illet:
sebep, gaye.
istiğrap:
garip bulmak, şaşırmak
ve hayret etmek.
itiraziye:
cümlenin esasından ol-
mayıp yalnız tali bir husus hakkın-
da söylenen ibare.
ittisal:
birbirine dokunma, ya-
kınlık, temas.
maksat:
kasıt, amaç, düşünce.
mana:
anlam.
nasip:
elde etme, edinme, kıs-
met olma.
noksaniyet:
eksiklik, noksan-
lık.
peyda:
hazır, mevcut.
rızık:
Allah tarafından her can-
lı için ayrılmış ve takdir edil-
miş olan nimet, yiyecek içe-
cek ve giyecek ile ilgili şeyler.
semere:
meyve, güzel netice.
suret:
biçim, görünüş.
sureten:
suret olarak, görünüş
itibarıyla.
şeklen:
şekil olarak, şekilce,
şekil bakımından.
taam:
yemek, yiyecek.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
teceddüt:
tazelenme, yeni-
lenme.
tecessüm:
cisimleşme, cisim
hâline gelme.
ülfet:
alışma, kaynaşma, dost-
luk.
zeyil:
ek, ilâve.
zikir:
anma, bildirme.
1.
Rızıkları dünyadaki benzer şekilde kendilerine sunulur. (Bakara Suresi: 25.)
2.
Bu daha önce yediğimiz rızıktandır. (Bakara Suresi: 25.)
B
akara
S
ureSi
| 338 | İşaratü’l-İ’caz