İşaratü'l İ'caz - page 329

meşakkatleri tazammun eden ibadete mü’minlerin imti-
sallerini temin etmek için, mü’minlere vaat buyurulan
tebşirleri tebliğ etmeyi resul-i ekrem’e (
AsM
) emretti.
Çünkü, o Hazret (
AsM
) inzar ve tahvife (korkutma) me-
mur olduğu gibi, Allah’ın rızasını, lütfunu, kurbiyetini ve
saadet-i ebediye gibi tebşiratını da tebliğe memurdur.
(1)
i/
ôr
én
J m
äÉs
æ`n
L r
ºo
¡n
d s
¿n
G
: İnsanın ihtiyacat-ı zaruriyesi
içinde en evvel lâzım olan, mekân ve meskendir. Mekâ-
nın en güzeli, nebatat ve eşcara müştemil olan yerlerdir;
ve en lâtifi, nebatları arasında suların mecrası olan bah-
çelerdir; ve en kâmil kısmı, ağaçlarının arasından akan
nehirlerinin çoklukla bulunmasıdır. kur’ân-ı kerîm bu
kısma
(2)
o
QÉn
¡r
fn
’r
G Én
¡p
àr
ën
J r
øp
e i/
ôr
én
J
cümlesiyle işaret etmiştir.
Meskenden sonra insanın en fazla muhtaç olduğu,
cismanî lezzetlerden yiyecek, içecektir. Bu kısma da
(3)
ll
ás
æn
L , l
ôp
¡n
f
kelimeleriyle işaret edilmiştir.
sonra rızkın en ekmeli, me’lûf olan kısmıdır ki, dere-
ce-i kıymeti bilinsin. Meyvelerin lezzeti, teceddüt ve te-
beddülündedir.
lezzetin en safîsi, hazır ve yakın olanıdır ve en lezizi
amelinin ücreti olduğunu bilmektir. kur’ân-ı kerîm, bu
kısma da,
(4)
o
?r
Ñn
b øp
e Én
æ`r
bp
Ro
Q i/
òs
dG Gn
ò'
g Gƒo
dÉn
b Ék
br
Rp
Q m
In
ôn
ªn
K r
øp
e Én
¡r
æp
e Gƒo
bp
Ro
Q Én
ªs
?o
c
cümlesiyle işaret etmiştir.
kemmel.
kurbiyet:
yakınlık, (Allah)’a yakın
olma.
lâtif:
hoş.
leziz:
lezzetli, tatlı.
lütuf:
güzellik, hoşluk, iyilik, ihsan.
me’lûf:
alışılmış, ülfet edilmiş.
mecra:
kanal.
mekân:
yer, mahal.
mesken:
oturulan, ikamet olunan
yer.
meşakkat:
zahmet, sıkıntı, güçlük,
zorluk.
muhtaç:
gerek duyan.
mü’min:
iman eden, inanan.
müştemil:
şümulüne alan, saran,
kavrayan, içine alan.
nebat:
topraktan biten, yetişen
her türlü şey, bitki.
nebatat:
bitkiler.
resul-i Ekrem:
çok cömert, kerîm
olan peygamber, Hz. Muhammed
(
ASM
).
rıza:
razı olma, hoşnutluk.
rızık:
Allah tarafından her canlı
için ayrılmış ve takdir edilmiş olan
nimet, yiyecek içecek ve giyecek
ile ilgili şeyler.
saadet-i ebediye:
sonu olmayan,
sonsuz mutluluk.
safî:
saf olan, duru, katıksız, katı-
şıksız.
tahvif:
korkutma, korkuya düşür-
me, ürkütme.
tazammun:
ihtiva etme, içine al-
ma, içinde bulundurma.
tebeddül:
başkalaşma, değişme,
başka hale getirme, başka şekil
alma.
tebliğ:
dinî bir emrin kullara bildi-
rilmesi.
tebşir:
müjde verme, müjdeleme.
tebşirat:
müjdeler, müjdelemeler,
müjde vermeler.
teceddüt:
tazelenme, yenilenme.
temin:
sağlama.
vaat:
söz verme, üstüne alma, bir
şeyi vereceğini veya yapacağını
peşin olarak söyleme, ahit, taah-
hüt.
amel:
fiil, iş, emek.
cismanî:
bedene mensup, vü-
cutla alâkalı.
derece-i kıymet:
kıymet de-
recesi.
ekmel:
daha (en, pek) mü-
kemmel, en olgun, kusursuz
ve eksiksiz olan.
eşcar:
ağaçlar.
evvel:
önce.
hazret:
saygı, ululama, yücelt-
me, övme maksadıyla kullanı-
lan tabir.
ihtiyacat-ı zaruriye:
zarurî ih-
tiyaçlar, zorunlu, temel ihti-
yaçlar.
imtisal:
emre tamamen uy-
ma, gerekeni yapma, alınan
emre boyun eğme.
inzar:
uyarma, uyarı.
kâmil:
olgun, noksansız, mü-
1.
Altlarından nehirler akan cennetler onlarındır. (Bakara Suresi: 25.)
2.
Altlarından nehirler akar. (Bakara Suresi: 25.)
3.
Nehir, cennet.
4.
O cennetlerden rızık olarak bir meyve yediklerinde, “Bu daha önce yediğimiz rızıktandır”
derler. (Bakara Suresi: 25.)
İşaratü’l-İ’caz | 329 |
a
hireTe
i
man
1...,319,320,321,322,323,324,325,326,327,328 330,331,332,333,334,335,336,337,338,339,...576
Powered by FlippingBook