mevcut tahrik edici bir amirin vücuduyla olur. İşte bu
ayetle, tergip hissi uyandırılmıştır. evvelki ayetler ile de,
terhip hissi tahrik edilmiştir. Bu itibarla, aralarında teza-
dî bir münasebet vardır.
Ve yine, geçen ayetlerde ahiretin bir şıkkına, yani ce-
henneme işaret yapılmıştır. Bu ayette, ikinci şıkkı olan
cennetten haber verilmiştir. Bu itibarla, ahiretin her iki
şıkkı da zikredilmiş bulunuyor.
EyArkadaş!
Cennetvecehennem,şecere-ihilkattenebededoğru
uzanıpgidenikidaldantezahüredenikisemeredirvekâ-
inatınteselsülengelmekteolansilsilelerininikineticesi-
dirveebededoğruakıpgidenkâinatseylininikimahze-
niveikihavuzudur.
evet, Cenab-ı Hak, gayr-i mütenahi hikmetler için, bu
âlemi imtihana sahne yaptı. Yine sonsuz hikmetler için
tagayyürata, tahavvülâta, inkılâplara mahal olmasını ira-
de etti. Ve yine, sonsuz gayeler için hayır ile şerri, nef’
ile zararı, hüsün ile kubhu, hülâsa iyilikle kötülüğü, karı-
şık bir şekilde, cennet ve cehenneme tohum olmak üze-
re, kâinatın şu mezraasına serpti.
evet, madem ki bu âlem nev-i beşerin imtihan meyda-
nıdır ve müsabaka yeridir; iyilikle kötülüğün birbirinden
tefrik edilemeyecek derecede muhtelit ve karışık olmala-
rı lâzımdır ki, insanların dereceleri tezahür etsin. İmtihan
ve tecrübe zamanları bittikten sonra, kötü insanlar,
yer.
semere:
meyve, güzel netice.
seyl:
akış; akıp giden şey.
silsile:
seri, dizi.
şecere-i hilkat:
yaratılış ağacı.
şer:
kötülük.
şık:
madde, şekil, tarz.
tahavvülât:
tahavvüller, değişme-
ler.
tahrik:
kışkırtma, kandırma.
tecrübe:
deneme, sınama.
tefrik:
birbirinden ayırma, ayrı
tutma.
tegayyürat:
tagayyürler, değiş-
meler, başkalaşmalar.
tergip:
rağbet verme, isteklendir-
me.
terhip:
korkutma.
teselsül:
zincirleme, silsile hâlinde
birbirini takip etme.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
tezat:
zıtlık, aykırılık.
zikir:
anma, bildirme.
İşaratü’l-İ’caz | 319 |
a
hireTe
i
man
ahiret:
öbür dünya, öteki
dünya, kıyametten sonra ku-
rulacak olan âlem.
âlem:
dünya, cihan; bütün ya-
ratılmışlar.
amir:
emredici, sevk edici.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
ebed:
sonsuzluk, daimîlik.
evvel:
önce.
gayr-i mütenahi:
sonsuz, so-
nu olmayan, nihayetsiz.
haber:
bilgi, bilgilendirme.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi.
hülâsa:
kısaca, sözün kısası.
hüsün:
güzellik.
imtihan:
deneme, sınama.
inkılâp:
bir hâlden diğer hâle
geçme, hâl değiştirme, deği-
şim, dönüşüm.
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapıp yapmama konusunda
için olan iktidar, güç.
itibar:
bakımdan, sebepten.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kubuh:
çirkinlik.
madem:
değil mi ki.
mahal:
yer.
mahzen:
kaynak, hazine ve
define deposu.
mezraa:
tarla, ekilecek yer.
muhtelit:
karışmış, birbiri içi-
ne girmiş.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
müsabaka:
yarışma.
nef:
menfaat, kâr, fayda, çıkar.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
sahne:
izleyicilerin kolaylıkla
görebilmeleri için genellikle
yerden belli bir ölçüde yüksek
yapılan, oyun, müzik gibi her
türlü gösteri yapmaya uygun