yapamadınız. öyle ise sadık değilsiniz.” Fakat, kur’ân-ı
kerîm, mukaddeme-i istisnaiye yerinde, yani “
Lâkinya-
pamadığınız
”a bedel,
(1)
Gƒo
?n
©r
Øn
J r
ºn
d r
¿p
Én
a
(ilâahir) cümlesini,
şekki ifade eden
r
¿p
G
ile söylemiştir. Bunun esbabı ise, on-
ların “Yapacağız” diye ettikleri zannı bir derece okşamak
içindir.
Ve keza, o kıyasın neticesi olan “sadık değilsiniz” ye-
rine de, o neticenin üçüncü derecede lâzımının illeti olan
(2)
n
QÉs
ædG Gƒo
?s
JÉn
a
söylemiştir. takdir-i kelâm: “eğer sadık ol-
saydınız, yapacaktınız; lâkin yapamadınız. öyle ise sadık
değilsiniz. öyle ise hasmınız olan resul-i ekrem sadıktır.
öyle ise kur’ân mu’cizedir. öyle ise iman ve tasdikiniz
lâzımdır ki, ateşe düşmeyeseniz.”
n
QÉs
ædG Gƒo
?s
JÉn
a
Bu emr-i İlâ-
hî, onlara yapılan tehditleri dehşetlendiriyor.
(3)
Gƒo
?n
©r
Øn
J r
ºn
d r
¿p
G
cümlesindeki
(4)
Gƒo
?n
©r
Øn
J
kelimesi, fiil-i muza-
rîdir. Bu fiil, zaman-ı hâl ile istikbal arasında müşterektir.
Huruf-işartiye
’den olan
r
¿p
G
zaman-ı hâlden istikbal dağla-
rına atıyor.
Huruf-icazime’
den olan
r
ºn
d
istikbalden mazi
derelerine fırlatıyor. zavallı
Gƒo
?n
©r
Øn
J
her iki edatın ellerinde
top gibi oyuncak olmuştur. Bu edatların bu vaziyetleri zi-
hinleri hem maziye, hem istikbale gönderiyor ki, maziyi
süslendiren beliğ hitabeleri altın ile yazılan muallâkatları
edatlar.
huruf-i şartiye:
şart edatları,
Türkçedeki “eğer ve “şayet” keli-
melerinin karşılığı olarak kullanı-
lan edatlar.
ilâahir:
sona kadar, sonuna kadar.
illet:
hastalık; sebep, gaye.
iman:
inanç, itikat.
istikbal:
gelecek zaman.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kıyas:
karşılaştırma, bir şeyi baş-
ka bir şeye benzeterek hüküm
verme.
mazi:
geçmiş zaman.
muallâkat:
İslâmdan önceki Arap
şairlerinin beğenilip Kâbe duvarı-
na asılmış olan meşhur şiirleri.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların âciz kaldığı şey.
mukaddeme-i istisnaiye:
içinde
istisna edatı olan önceki kaziye.
müşterek:
ortak.
resul-i Ekrem:
çok cömert, kerîm
olan peygamber, Hz. Muhammed
(
ASM
).
sadık:
doğru, gerçek; sözünde,
vaadinde, işinde doğru olan.
şek:
şüphe, zan, tereddüt.
takdir-i kelâm:
sözün kıymeti.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tehdit:
korkutma, gözdağı verme.
vaziyet:
durum.
zaman-ı hâl:
şimdiki zaman.
zan:
sanma, kesin olarak bilmek-
sizin kuvvetli ihtimalle hükmet-
me.
zihin:
hafıza, bellek.
bedel:
yerine, adına, namına.
beliğ:
belâgatle, düzgün ve
sanatlı olarak meramını anla-
tan.
dehşet:
büyük tehlike karşı-
sında korkma ve şaşırıp kal-
ma.
edat:
tek başına bir mana, an-
lam ifade etmeyen, kullanıldı-
ğı kelimelerle sebep, sonuç,
vasıta, benzerlik v.b.
emr-i İlâhî:
İlâhî iş; Allah’ın
emri.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
fiil:
iş, hareket.
fiil-i muzarî:
Arapçada şimdi-
ki zaman, geniş zaman ve
yakın gelecek zamanı ifade
eden fiil kipi.
hasım:
muhalif, karşı taraf,
düşman.
hitabe:
konuşma, hitap, nu-
tuk.
huruf-i cazime:
cezim edatla-
rı; Arapçada başına geldikleri
muzari fiilinin sorunu cezimle-
yen “lem” , “lemmaa…” gibi
1.
Eğer yapamazsanız.. (Bakara Suresi: 24.)
2.
Cehennem ateşinden sakının. (Bakara Suresi: 24.)
3.
Eğer bunu yapamazsanız. (Bakara Suresi: 24.)
4.
Yaparsınız.
İşaratü’l-İ’caz | 313 |
n
üBüvveT
h
akkında