bir yumurta gibi, arzın merkezinde mevcut ve bilahare
tezahür edeceği, mümkinattandır.
İhtar:
Cehennemin şimdi mevcut olmadığına Mutezileleri
sevk eden, bu hadis olsa gerektir.
Arkadaş!
Bu ayetin cümlelerini yoklayalım, bakalım; o zarflar
nasıl sadeflerdir, içlerinde ne gibi cevherler vardır?
evet,
(1)
Én
f p
ór
Ñn
Y '
¤n
Y É n
æ`r
ds
õn
f És
‡ p
m
Ör
`jn
Q ?/
a r
ºo
à`r
æo
c r
¿ p
Gn
h
cümlesinin
başındaki
h
harf-i atıftır. Malûm ya, bir şeyin diğer bir şe-
ye atfı, aralarında bir münasebetin bulunmasına müte-
vakkıftır. Hâlbuki,
(2)
m
Ör
`jn
Q ?/
a r
ºo
à`r
æo
c r
¿ p
Gn
h
ile
(3)
Gho
óo
Ñ`r
YG ¢o
SÉs
ædG
Én
¡ t
`jn
G BÉ n
j
cümleleri arasında münasebet görünmüyor. Bun-
ların aralarındaki münasebet, ancak iki sual ve cevabın
takdiriyle tezahür eder. Şöyle ki:
evvelki ayette ibadete emredildiğinde, “İbadet nasıl-
dır?” diye varit olan suale cevaben, “kur’ân’ın talim et-
tiği gibi” denildi. “kur’ân Allah’ın kelâmı mıdır?” diye
edilen ikinci suale cevaben
m
Ör
jn
Q ?p
a r
ºo
àr
æo
c r
¿p
Gn
h
(ilâahir) de-
nildi. İşte, her iki cümle arasında bu suretle münasebet
tezahür eder ve harf-i atfın da muktezası yerine gelir.
Sual:
r
¿p
G
şek ve tereddüdü ifade eder.
Gn
Pp
G
ise, cezim ve
kat’iyete delâlet eder. onların şek ve raybları, kur’ân
mütevakkıf:
bir şeye bağlı olan,
ancak onunla olabilen.
rayb:
şüphe, şek, güman.
sadef:
sedef, inci kabuğu.
sevk:
yöneltme.
sual:
soru.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şek:
şüphe, zan, tereddüt.
takdir:
kıymet verme, ölçme.
talim:
eğitim, yetiştirme, öğretme.
tereddüt:
kararsızlık, şüphede
kalma.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
varit:
akla gelen.
zarf:
kap, kılıf, mahfaza.
arz:
yer, dünya.
atıf:
bağlamak, yüklemek.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
bilahare:
sonra, sonradan,
sonraları.
cevaben:
cevap olarak, karşı-
lık şeklinde.
cevher:
değer, kıymet.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alâmet, işaret.
evvel:
önce.
hadis:
Peygamberimizin sözü.
harf-i atıf:
atıf harfi; iki kelime
veya cümleyi birbirine bağla-
yan harf.
ibadet:
Allah’ın emrettiklerini
yerine getirme, Allah’a karşı
kulluk vazifesini yapma.
ihtar:
dikkat çekme, hatırlat-
ma, uyarı.
ilâahir:
sona kadar, sonuna
kadar.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
kelâm:
söz, lafız.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
mukteza:
gereği.
mümkinat:
yaratılanlar,
mümkün olanlar, imkân dâhi-
lindekiler, olabilir şeyler.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
1.
Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’dan bir şüpheniz varsa... (Bakara Suresi: 23.)
2.
Bir şüpheniz varsa... (Bakara Suresi: 23.)
3
. Ey insanlar ibadet ediniz! (Bakara Suresi: 21.)
İşaratü’l-İ’caz | 303 |
n
üBüvveT
h
akkında