evet,
(1)
Én
ær
ds
õn
f És
‡ p
m
Ör
`jn
Q ?/
a r
ºo
à`r
æ`o
c r
¿
p
Gn
h
cümlesi, mukadder
bir suale cevaptır. Çünkü, kur’ân evvelki ayette ibadeti
emrettiği vakit, “
AcabaibadeteolanbuemrinAllah’ın
emriolupolmadığınınasılanlayacağızki,imtisalede-
lim?
” diye bir sual, sâmîin hatırına geldi. Bu suale ceva-
ben denildi ki: “
EğerKur’ân’ınvedolayısıylabuemrin
Allah’ınemriolduğundaşüphenizvarsa,kendinizitecrü-
beedinizveşüpheniziizaleediniz
.”
Ve eyzan, vakta ki kur’ân, surenin evvelinde
(2)
n
Ú/
?s
à`o
ªr
?p
d ik
óo
g p
¬«/
a n
Ör
jn
Q n
’
cümlesiyle kendisini sena etti,
sonra mü’minlerin methine, sonra kâfir ve münafıkların
zemmine intikal etti, sonra ibadet ve tevhidi emrettikten
sonra surenin başına dönerek,
p
¬«/
a n
Ör
jn
Q n
’
cümlesini te’ki-
den
(3)
m
Ör
`jn
Q ?/
a r
ºo
à`r
æ`o
c r
¿
p
Gn
h
(ilâahir) cümlesini zikretti. Yani,
“kur’ân şek ve şüphelere mahal değildir. sizin şüphele-
riniz ancak kalblerinizin hastalığından ve tabiatınızın sa-
kametinden neş’et ediyor.” evet,
gözlerihastaolan,gü-
neşinziyasınıinkâreder;ağzıacıolan,tatlısuyaacıder
.
(4)
/
¬p
?r
ãp
e r
øp
e m
In
Qƒo
°ùp
H Gƒo
`Jr
Én
a
Yani “
Kur’ân’ınmislindenbirsu-
regetiriniz!
”
Arkadaş! Bu cümleyi
m
Ör
jn
Q ?/
a r
ºo
à`r
æ`o
c r
¿
p
Gn
h
cümlesiyle bağ-
layan
r
¿p
G
, edat-ı şarttır. Şart edatları, daima –hararetle
ateş gibi– biri sebep, diğeri müsebbep iki cümleye dâhil
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
mahal:
yer.
medih:
övme.
misil:
benzer, eş, nazır, tıpkısı.
mukadder:
takdir edilmiş.
mü’min:
iman eden, inanan.
müsebbep:
sebep olarak ortaya
konulmuş olan, sebep olunarak
meydana getirilen.
neş’et:
meydana gelme, oluşma,
çıkma.
sakamet:
eksiklik, noksanlık; zi-
yan, noksan, zarar.
sâmiîn:
dinleyenler, dinleyiciler.
sena:
methetme, övme.
sual:
soru.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
şek:
şüphe, zan, tereddüt.
tabiat:
yaratılış, huy, karakter, se-
ciye, mizaç.
tecrübe:
deney.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna inan-
ma, birleme.
vakta ki:
ne vakit ki, ne zaman ki,
o zaman ki, olduğu vakit.
zem:
yerme, kınama, ayıplama.
zikir:
anma, bildirme.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
ayet:
Kur’ân cümlesi.
cevaben:
cevap olarak, karşı-
lık şeklinde.
dâhil:
giren, katılan.
edat:
tek başına bir mana, an-
lam ifade etmeyen, kullanıldı-
ğı kelimelerle sebep, sonuç,
vasıta, benzerlik v.b.
evvel:
başlangıç; önce.
eyzan:
yine, öyle, keza, bu da-
hi, öteki gibi.
hararet:
sıcaklık.
ilâahir:
sona kadar, sonuna
kadar.
imtisal:
emre tamamen uy-
ma, gerekeni yapma, alınan
emre boyun eğme.
inkâr:
reddetme, saklama,
gizleme.
intikal:
bir yerden başka bir
yere geçme, yer değiştirme,
göçme.
izale:
yok etme, ortadan kal-
dırma.
1.
Eğer indirdiğimiz Kur’ân’dan bir şüpheniz varsa. (Bakara Suresi: 23.)
2.
Onda şüphe yoktur. O, takva sahipleri için bir hidayettir. (Bakara Suresi: 2.)
3.
Bir şüpheniz varsa... (Bakara Suresi: 23.)
4.
Haydi onun benzeri olan bir sure getirin. (Bakara Suresi: 23.)
İşaratü’l-İ’caz | 295 |
n
üBüvveT
h
akkında